BALIKESİR-TÜRKİYE



                                                          

      
   

  



 ido erdek babdırma

 erdek narlı ocaklar ulaşım


 






erdek camping

 BOT KULLANIMI HAKKINDA PRATİK BİLGİLER

 erdek dalış kulübü

 

 DENİZ AMBULANS ERDEK 0212 444 83 53

Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi1
Bugün Toplam40
Toplam Ziyaret1029375
Site Haritası

Sağlık ve Yaşam.

 

 

TRAKONYA (Trachinus Draco)ZEHİRLİ İĞNELERİ OLAN BALIK

 TRAKONYA SOKMASI

TRAKONYA NASIL ZEHİRLER?
 
Trakonya da bulunan zehirli dikenler yanaklarındakilerin tamamı ve sırt yüzgecinde bulunan 5 dikenden öndeki 3 tanesidir.
 
Bu dikenlerde zehir aktarım kanalı bulunmaz, zehiri enjekte edemez.
 
İğneler kendi çeperlerinde zehirli olan maddeyi barındıran minik kapsülcüklerle donanmıştır.
 
İğnenin saplanması ile birlikte farklı bir kimyassal yapıya ve farklı bir basınç ortamına giren bu kapsülcükler patlar.
 
İğnenin saplandığı noktaya zehir zaten ulaşmıştır ancak, noktanın etrafında da bu kapsülcükler sağlam halde bir süre barınır. Ovuşturma, örseleme, soku noktasını sıkamaya çalışma,  tatlı su ile yıkama, herhangi bir antiseptik ile temizleme esnasında patlar ve yaraya temas ederler ise kan dolaşımına girer, yaraya temas etmeseler dahi infizyon (deri emilimi) şeklinde yine bünyeye giriş yaparlar. 
 
Soku bölgesinde bir göz kırpması kadar zamanda patlayan kapsülcükler (miko pellet) kan dolaşımınıza adrenalin, noradrenalin, histaminik kimyassallar ve balığın kendine özgü henüz tanımlanmamış olan bir aminoasitin salınmasına neden olur. Zehir diye bahsetmemin tek sebebi bu tanımlanamamış aminoasit yapısıdır.
 
Adrenalin kalp ve dolayısı ile kan dolaşım sisteminizin kısa bir süre için aniden hızlanmasına, noradrenalin bu sürenin uzamasına ve asıl toksin olan aminoasidin tüm dolaşıma yayılmasına zemin hazırlar. Histaminik etkisi ile soku bölgesinde kaşıntı, acı ve yanma hissi ile kızarıklığa neden olur.
 
Allerjen bünyeye sahip kimselerde histaminik kimyassalların etkisi, sokulu uzuvun uyuşması, kas iskeletet sisteminde kramp ve tutulmaların yaşanması, bulanık görme, ani halsizlik ve terleme gibi hemen oluşacak reaksiyonlar ile bazı kimselerde ise soku bölgesinin 1 cm çevresi dahil  olmal üzere morarır ve kabuk yapmayan bir yara biçimini alır. Bu yaranın müdahale edilmemiş biçimde 2-3 ay kadar iyileşmediği ve ciltte kalıcı iz bıraktığıda görülmüştür.
 
Allerjen bünyeler için diğer bir tehdit ise anafilaktik şok unsurudur. Diğer histaminik ve allerjen semptomlar geçicidir ancak  anafilaktik şok hayati tehlike nedenidir. Bu durumda dolaşım ve solunum sistemi dakikalar içerisinde durabilir.
anafilaktik şok en sık olarak arı sokmasına karşı allerjisi olan kişilerde görülmektedir.
 
Lütfen bu konuyu aklınızdan çıkarmayınız; Trakonya zehiri içerisindeki aminoasidin ihtiva ettiği bir kimyassala karşı allerjiniz olabilir ve anafilaktik şok a girebilirsiniz. Beni daha önce soktu bişey olmadı düşüncesi muteber değildir. Her balığın beslenme alışkanlığı dışında tükettiği bir besin yaşadığı meraya göre mutlaka vardır ve balığın genel protein yapısında değişime neden olmuşta olabilir.
 
Bu yazdıklarımın dahilinde amatör balıkçı arkadaşlarıma ki, bilhassa İstanbul ile Çanakkale boğazlarında sürekli avlanlar ve bilmedikleri bir merada avlananlara önerim; türünün ne olduğunu bilmedikleri balıklar temkinli yaklaşsınlar. Amatör balıkçılık tecrübesi düşük olan birçok avcı,  kayabalığı türleri  ile bu türü karıştırılmakta olduğundan özellikle gece avlarında dahada dikkatli olmalarıdır. 
  
TRAKONYA SOKMASINDA İLK MÜDEHALE
 
Avlandığınız bir süre içerisinde bu balığı tanıyor olmanıza rağmen kaza ile trakonya sokulmasına mazur kaldınız, trakonyadaki bir iğne el parmağınıza saplandı o an hissettiğiniz batma hissi ile aniden elinizi geri çektiniz ve elinize baktığınızda bir damla kan çıktığını gördünüz.
 
*** Elinize batma anından itibaren ne olduğunu 3-5 saniye içerisinde ancak farkedersiniz bu esnada bir "eyvah, ne yapacağım" hissi uyanır ve heyecanlanırsınız. Bu sürenin sonunda elinizde ciddi bir acı ve yanma hissi olmayabilir, bu durum zehirli olmayan bir iğnenin saplanmış olduğunu göstermez. Yapılacak müdahalenin sağlığınıza bir zararı yoktur ama yapılmayacak olanın kesinlikle vardır.  Muhtemelen  o sürenin sonunda, o iğne batması acısının sonunda soku bölgesinde giderek yayılan bir acı ve yanma hissi oluşmaya başlar. Sakın ama sakın hemen parmağınızdaki o delikten kan sağmaya, hele hele ağzınız ile emmeye kalkışmayın. Elinizi derhal deniz suyuna sokup şiddetli biçimde sallayın, çırpın. Bu sayede soku bölgesinde henüz patlamamış olan kapsülcükleri (micro pellet) cildinizden temizlemiş ve bulaşmayı engellemiş olursunuz. Bu işi içinde balık olan bir kovada yaptıysanız o balıkları tüketmeyiniz.
 
*** 2.adımda ise hiç vakit kaybetmeden el yordamı ile mümkün olduğunca soku deliğinden kan sağınız, soku noktasını yarım cm kadar kesmek ve kan akışını hızlandırmak her ne kadar faydalı ise de, muhtemelen elinizin altında steril bir kesici alet olmayacaktır. Şayet var ise hafifçe kesmeniz yeterlidir.
 
*** Yeterince kan sağdıktan sonra yara üzerine azar azar, bir çorba kaşığı kadar amonyak dökünüz. Amonyak kullanıma hazır halde eczanelerde 2,5 TL ye satılmaktadır. Bunu takım çantanızdan eksik etmeyiniz. Kimyassal ürünler satan firmalardan alacağınız amonyak saf halede olabilir, bunları kesinlikle kullanmayın, saf amonyak aşırı tahriş edicidir. Alacağınız amonyak %10 ihtivalı solüsyon şekline olmalıdır.
 
*** Şu ana kadar adrenalin, noradrenalin ve histaminik kimyassalların büyük kısmını bünyenizden uzaklaştırmış bulunmaktasınız ancak büyük miktarda uzaklaşmış dahi olsa aminoasiten bir miktar halen bünyenizdedir. Bundan kurtulmanın en etkili yolu ise dayanabileceğiniz en yüksek sıcaklığa soku bölgesini maruz bırakmaktır. Bunu yapabileceğiniz yöntemler tamamen içerisinde bulunduğunuz şartlar ile ilgilidir. Yaz vakti bir büyüteçlede yapılabilceği gibi bir teknenin egzosu yada termosunuzdaki çay dahi kullanılabilir. Bu uygulamada aminoasidin yapısı bozulacak, parçalanacak ve kanınızdaki organizmalara bağlanamayacaklardır.
 
*** Yapılacak son işlem ise en yakın sağlık kuruluşuna zaman kaybetmeden başvurmak olmalıdır. Yanınızda sizi neyin soktuğunu ve yapılan ilk müdahalelerin neler olduğunu  bilen bir kimseninde bulunması oldukça önemlidir. O anda aşırı allerjik bir tepkime neticesinde bilincinizi yitirmiş yada konuşamaz durumda olma ihtimaliniz vardır. 

İlgili kaynak ve video:http://www.yabantv.com/video/914-oltamisinatragonya.aspx
 

PUSULA DENİZ ANASI VE DİĞER ZEHİRLİ DENİZ ANASI TEMASI VE TEDAVİSİ:

 erdek narli

Renkleri mavi(rhizostoma pulma)kahve rengi(chrysaora mediterranea)kırmızı gibi bildiklerimizden çok farklı ve şirin gibi gözüken bu büyük zehirli deniz anası türlerinin özellikle kahve rengi olan chrysaora mediterranea'nın boyu  2.5 metreyi ‘bulmaktadır ve özelikle hipertansiyon hastalarını tehdit etmektedir.bu deniz anası türlerinin canlısını veya ölüsünü kesinlikle elimiz,yüzümüz,üreme organlarımızın olduğu bölgelerden ve özellikle de gözlerden uzak tutulmalıyız,aksi taktirde körlüğe sebep olabilecek kadar yoğun zehire sahiptirler.şayet bir şekilde kaza ile veya farkına varmadan vücüdumuza temas gerçekliştiyse hemen sudan çıkmalı ,oluşabilecek kramp ve kasılmaların önüne geçerek boğulma riski önlenmeli.hiç zaman kaybetmeden en yakın sağlık kuruluşuna baş vurmalı.acil tedavilerde öncelikle yaraların olduğu bölge amonyak ile temizlenmeli ve temas gerçekleşen bölge kesinlikle ovalanmamalı ılık su ile oraya press uygulanarak protein yapıdaki zehir nötr hale getirilebilir ve tatlı su ile yıkanmamalı çünkü her iki yanlış hareket ,deriye temaz eden knidoblast dediğimiz zehirli hücrelerin kapsüllerini patlamasına. Daha fazla zehrin vücuda yayılmasına sebep olur.yıkamak gerekirse sadece deniz suyu ile ovalamadan yıkanmalı.cilde yapışmış bir dokungaç varsa o an tıbbı müdahele yapacak kuruluşa ulaşamayacağınız mesafede ve durumdaysanız  deniz kumu ve deniz suyu karşımı üzerine sürüp deniz kabuğu gibi veya varsa bıçak gibi sert bir cisimle deriye zarar vermeden sıyırtarak dokungaçlar temizlenmelidir. tabiki çıplak elle dokunmamak en doğrusu olur ve zaman kaybetmeden en yakın sağlık kuruluşuna ulaşmak gerekir.bu durumlarda doktorunuz muayne sonucuna göre size en uygun tedavi şeklini uygulayacak şişlik,kızarıklık,kaşıntı için bazı krem ve ilaçlar önerebilir.

Tedavi:vido izle

http://www.uzmantv.com/denizanasi-degen-kisiye-ilk-mudahale-nasil-olmali

 

DENİZ KESTANESİ BATMASI:

Tedavi yöntemini izleyiniz...

http://www.uzmantv.com/denizkestanesi-ignesi-nasil-cikarilir

 

ARI SOKMASI VE TEDAVİSİ..

 arı sokması ve tedavisi

Arının iğnesi hemen temiz bir cımbız ile çıkarılmalıdır.

izleyiniz...

http://www.uzmantv.com/ari-soktugunda-ne-yapmamiz-gerekir

 

 

CAM KESİĞİ DURUMDA NE YAPMAK GEREKİR?

 cam kesiği

Cam kesiklerin de doku içerisindeki cam parçalarının temizlenmesi çok önemlidir...

izleyiniz...

http://www.uzmantv.com/cam-kesigi-durumunda-ne-yapmak-gerekir

 

AÇIK YARAYA NASIL MÜDEHALE EDERİZ?

Kanayan yere baskı yapmalıyız eğer yeterli gelmezse gazlı bez ile...

İzleyiniz...

http://www.uzmantv.com/acik-yaraya-nasil-mudahale-edilir

 

 

YÜZMENİN KALP VE DOLAŞIM SİSTEMİ ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ...

Antrenmanlar ile kalbin dakika volümünü arttırmak mümkündür. Bu artışın gerceleşmesi maximal ve submaximal yapılan yüklenmelerle mümkündür. Yapılan araştırmalar kalbin dakika volümünü arttıran en iyi yolun submaximal (%70 ve altı) yüklenmeler olduğunu ortaya koymuştur. Kalbin dakika volümünün artması, dokuların oksijen ihtiyacının karşılanması bakımından çok önemlidir. Bu sebeple orta ve uzun mesafe yüzücülerin bu özelliğini geliştirmeleri önemlidir.

Bilindiği gibi, kalbin dakika volümünün artması, öncelikle atım volümünün (her atımda pompalanan kan miktarı) ve de kalp atım sayısının artırılması ile olanaklıdır. Su içindeki yatay pozisyon, kalbin atım volümünün ayakta duruşa oranla daha iyi olmasını sağlar. Çünkü, bu pozisyonda, kalbin kan ile doluşu daha iyi olur. Su içinde, suyun kaldırma kuvveti yerçekimine karşı koyar. Bu konumda kalp, kanı yer çekimine karşı atmak zorunluğunda kalmaz. Ayrıca, suyun kaldırma kuvvetinin yer çekimini karşılanması ve suyun alt ekstremitelere uyguladığı hidrostatik basınç, havada dik durumda iken karşılaşılan "Kanın alt ekstremitelerde toplanma eğilimini" elemine eder. Diğer taraftan, su içinde kalp, ısı düzenlemesine yardım amacıyla deriye fazla kan göndermek zorunda kalmaz. Bu kan çalışan kaslara aktarılır.

Özetlersek, yüzücülerdeki dolaşım diğer spor dallarındaki sporculara oranla farklılıklar gösterir. Bu durum, su içindeki vücudun yatay pozisyonda olmasına bağlıdır. Bu pozisyonda kalp kan ile tamamen dolar ve sonuçta kalbin tek bir kasılışında daha fazla kan vücuda pompalanır.

• Düzenli antrenmanların kalp üzerine yaptığı olumlu etkiler şunlardır.

1. Antrenman ile kalp odacıklarının hacmi büyür. Kalp odacıklarının büyümesi ile kalbin içine aldığı kan miktarı artarken, dakika volümü artar. İyi antrene edilmiş sporcularda kalbin yük altında bir dakika içinde pompalandığı kan miktarı 35-40 litreye kadar çıkabilmektedir.

2. antrenman sonucunda, kalp kaslarında "hipertrofi" denilen gelişme, kalınlaşma, kuvvetlenme meydana gelir. Bu gelişmelerle kalbin pompalandığı kan daha güçlü bir şekilde organizmaya dağılır.

Kaynak:www.makaleler.com 

Yazar :Ahmet Polatlı

HAMİLELİK DÖNEMİ...

Hamile kadınlara ilaç, ışın, kimyasal maddeler ve deri yoluyla maruz kaldıkları maddeler büyük zarar verir. Bu kimyasal maddeler; solunum yoluyla, tensel temas ve ya ağız yoluyla alınabilirler.

Bazı maddeler anne karnındaki bebeğin gelişimini olumsuz etkiler. Bazı maddelerin ise hiçbir yan etkisi olmadığı deneylerle kanıtlanmıştır. Bazılarının ise, kötü etkilerinin olup olmadığı hala bilinmiyor. Bazılarında da, gebeliğin belirli sürelerine kadar zararlı etkilerinin olduğu, daha sonraki aylarda ise zararsız oldukları biliniyor. Bu yan etkiler, bebeğe hem zihinsel hem de bedensel zararlar verebilir ve gelişimini çok kötü engelleyebilir. Hele ki saç boyalarına çok dikkat etmeli hamile bayanlar. Saç boyaları, kremler, parfümler, temizleyici maddeler Vs Hamile bayanlar için zararlıdır. Ama bunların içinde genelde en çok problem çıkaran saç boyalarıdır. Kalıcı ve yarı kalıcı boyaların içindeki maddelerle yapılan deneylerde, bebek üzerine zarar verici etkiler görülmemiştir. Ama yinede dikkatli davranmalıyız ve doğum sonrasına kadar saçlarımızı boyatmamamız daha uygun olacaktır. İlla ki dip boya yaptırmak ve ya beyazlarınızı gizlemek istiyorsanız, hamileliğin ilk üç ayından sonra, organik saç boyaları kullanabilirsiniz. Özellikle organik saç boyaları kullanın.

Hamile bayanların saç düzelticileri kullanılmaları da tavsiye edilmez. Perma gibi yöntemlerde ise kullanılan kimyasal maddeler kana karışabilir. Bunların kullanılması ile bebekte doğumsal sakatlık gelişmesi arasında birebir bir ilişki saptanamamıştır. Ama tamamen güvenilir olduğunu söyleyemeyiz. Kesin bir şey söyleyebilmek için daha çok araştırmaya gerek var.En iyisi doğum sonrasına kadar saçlarınızın doğal kalması.

Şampuan, parfüm gibi cilt bakım ürünlerinin bebek gelişimi üzerine zarar verici etkileri olup olmadığı üzerine yeterli bilimsel araştırma yoktur henüz. Örneğin, cilt bakımı için aldığımız kremleri korkmadan kullanabiliriz hamilelik döneminde. Özelliklede hamilelik çatlaklarını önlemek için kremler kullanabilirsiniz. Çatlaklar için bebek yağı kullanmak iyi bir tercih olacaktır. Hamilelikte makyaj konusuna gelince, bugüne kadar makyajın hamilelik üzerinde olumsuz bir etkisi görülmedi.

Hamileliğin tüm aylarında bebeğimiz için yediklerimize, içtiklerimize vs dikkat etmeliyiz ama, ilk üç ay çok önemli olduğu için özellikle ilk üç aya dikkat etmeliyiz. Çünkü bebeğin gelişimindeki en önemli dönem ilk üç aydır. Bu süre içindeki zararlar diğer aylara göre daha fazladır.

Kaynak:www.makaleler.com 

Yazar :Nazan baykal

HAMİLELİKTE TATİL...

Gebelik genel olarak kesinlikle, seyahat etmeyi ve özgürlüğü tamamen kısıtlayan bir süreç değildir. Gebelerin seyahate çıkmamaları için neden yoktur. Üstelik gebelerin ruh sağlığı açısından da tatil yapmaları öneriliyor. Alınacak birkaç önlem ve dikkat edilecek kurallar seyahat için hiçbir sakınca doğurmamaktadır.

Dikkat edilecek kurallar;

* Tatile çıkmadan önce doktorunuz ile görüşüp güvenliğiniz için neler yapmanız gerektiğini öğrenmek

* Yolculuğa çıkarken kendinizle ilgili tıbbi bilgileri yanınıza almanız acil durumlarda size yardımcı olacaktır.

* Gideceğiniz yöreye ait sağlık bilgilerini ve hastane adreslerini edinmenizde fayda vardır.

* Uzak diyarlar ve aktiviteli turlar, klima değişiklikleri sizi ve bebeğiniz yorabilir. Sizi daha az yoracak daha dinlendirici yerler seçin

* Gebeler güneşte çok uzun kalmamalılar. Uzun süre güneşe maruz kalmak vücutta sıvı kayıplarına yol açar, bu durum gebeliği riske sokabilir.

* Hamileliğinizin 7. ayından itibaren uçakla çıkacağınız yolculuklar için havayolu şirketleri doktorunuzdan uçabileceğinize dair rapor istemektedir.

Gebeler seyahat için her türlü ulaşım araçlarını seçebilir. Ancak her birinin özelliğine göre seyahat öncesi önlem almalılar.

Kara taşıtlarıyla yolculuklarda alınması gereken önlemler;

Kara ve demir yollarıyla seyahatlerde en önemli problem, uzun süre hareketsiz kalmaya bağlı gelişen dolaşım bozuklukları. Ayak ile bileklerde şişmelere neden olabilir. Bu nedenle, uzun süreli yolculukta her 1,5-2 saatte bir mola vererek hafif yürüyüş yapmalı ve kan dolaşımınızı arttırmalısınız. Hafif yiyecekler tüketip, bol sıvı almalı, rahat kıyafetler giymeliler. Ayrıca seyahat rotası üzerindeki tıbbi kurumlar hakkında bilgilenmeliler.

Gebelikte sık görülen ancak normal kabul edilen şikayetlerden birisi de sık idrara çıkmadır. Bu yüzden yolculuğa başlamadan önce mutlaka tuvaletinizi yapınız. Yolculuk sırasında da idrarınız gelsin veya gelmesin mola yerlerinde mesanenizi boşaltınız. İdrarınızı uzun süre ile tutmanız idrar yolu enfeksiyonlarına zemin hazırlayabilir.

Bu yolculuklarda emniyet kemerinizi takmayı unutmayın. Bu sarsıntılarda bebeğinize gelebilecek zararları önleyecektir. Oluşabilecek bulantılar için önceden doktorunuza danışıp ilaç alabilirsiniz.

Hava taşıtlarıyla yolculuklarda alınması gereken önlemler;

Uçak yolculukları gebeler için kısa sürmesinden dolayı oldukça rahat bir ulaşım şekli. Ancak kabin basıncı ayarlanmış uçaklarla seyahat etmeliler (Günümüzde hemen hemen tüm uçaklar kabin basınç ayarlı oldukları için hamilelikte bir sorun oluşturmaz.)

THY web sitesindeki bilgiye göre;

* 7 ayını (28 hafta) bitirmiş hamile yolcular kendi doktorundan aldığı "Uçakla Seyahatinde Sakınca Yoktur" ibaresi yer alan bir rapor ile seyahat edebilirler.

* Bu raporun tarihi 7 günden eski olamaz.

* 7 aya (28 hafta) kadarki hamile yolcuların seyahatinde ise yolcu beyanı esastır.

Hamilelik sırasında yapılan uçak yolculuklarında uzun süre rahatsız bir pozisyonda hareketsiz oturmak

tromboz (damar içi pıhtısı) ve varis riskini arttırır. Uçuş süresince özel varis çorabı giymeniz bacaklarınızdaki kan dolaşımını destekler ve damarların şişmesini engeller. Uçak yolculuklarında bol sıvı alın. Uçarken vücudunuz daha kolay su kaybedip dehidrate olabilir. Bu nedenle, uzun süreli yolculukta her 1,5-2 saatte bir mola vererek hafif yürüyüş yapmalı ve kan dolaşımınızı arttırmalısınız. Hafif yiyecekler tüketip, bol sıvı almalı, rahat kıyafetler giymeliler.

Deniz taşıtlarıyla yolculuklarda alınması gereken önlemler;

Deniz yoluyla seyahat, oldukça güvenlidir. Ancak, gebelik bulantı ve kusmaları iyice artabilir. Ağır bulantılılar mümkünse deniz yoluyla seyahatlerden kaçınmalı. Hafif bulantısı olanlar ya da hiç olmayanlar da olası deniz tutmasına bağlı önleyici ilaçlar almalılar.

Tropik bölgelere seyahat

Genelde malarya (sıtma) açısından risk taşıyan tropik bölgelere gidilmesine izin verilmez. Bu hem anne hem çocuk için riskli olur. Annenin ölü doğum yapma riski artar. Ayrıca hamilelikte sıtma ilaçları zararlıdır.

Aşılama

Hamilelere özellikle canlı virüs aşıları önerilmez. Ağızdan alınan ölü polyo (çocuk felci) aşısı uygulanabilir. Doktorunuz ile aşılamanın tüm ayrıntılarını konuşmalısınız.

Kaynak:www.makaleler.com 

Yazar :Ahmet Polatlı

YAZ SICAKLARI VE GEBELİK!

Kutsal, gururlu ve zor! Hele de yaz sıcaklarında...Anne adayının her yönüyle kendisine daha çok dikkat etmesini gerektiren bir dönemdir gebelik. Sağlıklı bir bebek sahibi olabilmek ve rahat bir gebelik geçirebilmek her annenin ve babanın arzusudur. Bu sadece yaşadığımız topluma sağlanacak bir katkı değil, aynı zamanda tüm evrene de bir kazanç olarak kaydedilecek bir uğraşıdır.

Çevresel faktörler: özellikle gebelik döneminde kadınları diğer zamanlara göre daha fazla etkiler. Sadece kadınları

mı? Bütün evi etkiler, Toplumun olduğu gibi ailenin de temel direği olan kadını etkileyen her şey hepimizi etkiler.

Özellikle yazın sıcak aylarında gebeliğingetirdiği yük biraz daha ağırlaşır. Bu dönemde anne beslenmesine, giyimine,temizliğine daha çok dikkat etmelidir. Çünkü sıcak ek bir yük olarak gebeliğe eklenir.

Yeryüzüne ulaşan güneş - ya da ultraviyole ışınlarının insan ve insan derisi için pek çok faydasının yanısıra gözardı edilemeyecek zararları da vardır. Yaşamın diğer dönemlerinde olduğu gibi gebelik döneminde de güneşten bilinçli şekilde yararlanılmalıdır. Tüm biyolojik olayların başlaması ve sürdürülmesi, kemik yapımına yardım eden vitamin D’ nin üretimi, hastalık yapan mikropların yok edilmesi ve insan psikolojisine olumlu etkileri ile güneş ışınlarının yaşamsal gerekliliği tartışılamaz.Ancak bu ışınların güneş yanığı, deri kanseri oluşumu, çeşitli alerjik reaksiyonlar ve erken deri yaşlanmasına yol açtığı, hele de ten rengi açık olan insanlarda bilinen gerçeklerdir. Bu nedenle gebelerin, özellikle 11.00-15.00 saatleri arasında güneş ışınları daha dik ve etkili geleceğinden, gün ortası saatlerde dışarı çıkmamalarında fayda vardır. Geniş kenarlı şapkalar, güneş ışınlarını yansıtan açık renkli giysiler ve sağlıklı güneş gözlüklerinin kullanılması yararlı olur. Yaz aylarında herkesin ve özellikle yüksek risk grubunda olan gebelerin, bilinen güneşin zararlı ışınlarının köyü etkilerini azaltan koruyucu kremleri kullanmak gebeliğe zarar vermez, aksine koruyucu etkileri gebeyi rahatlatacaktır. Bu arada bu çok faktörlü kremlerin çocuk,hatta bebeklerde de kullanılması yararlı olacaktır. Yazın özellikle güneş ışınlarından yararlanmak için, ışınların dik gelmediği, şiddetinin daha az olduğu sabah ve öğleden sonra güneşlenmek, gebelik döneminde daha çok tercih edilmelidir. Güneş sadece ışınları ile değil, ısısıyla da dünyamıza yarar sağlamaktadır. Ancak bu her zaman herkese uygun olmaz,örneğin gebelikte zaten az da olsa yükselmiş vücut ısısı nedeniyle yaz sıcakları gebeliği yorucu hatta bazen riskli kılar. Sıcaklık artışları kan basıncının da artmasına neden olabilir, yada buna eğilim varsa ortaya çıkarabilir. Bu nedenle gebelerin günün sıcak saatlerinde korunmasız olarak dolaşmaları, kan basıncında artışlara ve bunun neden olabileceği istenmeyen hastalıklara yol açabilir. Bu nedenle yazın ter emici, rahat, hafif, kolay değiştirilebilir ve yıkanabilir giysilerin tercih edilmesi gerekir.Aşırı sıcaklarda gebelerin dikkat etmesi gereken bir diğer önemli konuda besin zehirlenmeleridir. Özellikle yaz aylarında yiyecekler hızla bozularak, toksin ve bakteri oluşumuna neden olurlar. Açık yerlerde satılan ve temiz izlenimi vermeyen gıdaların tüketilmemesi oluşabilecek hastalıkların önlenmesinde önemli yer tutar.

Gebeliğin ilerleyen dönemlerinde sık sık, ancak azar azar yemek yemek yararlıdır. Bu yemek düzeni yazın daha da önem kazanır. Böylece gebeliğe bağlı olarak büyüyen rahimin basınç etkisi azaltılacak, mide yanması gibi yakınmalar olmayacak ve zaten ileri gebelik dönemlerinde zorlaşan nefes alıp verme bir kat daha zorlaşmayacaktır.Yaz aylarında bol miktarda sıvı gıdalar tüketilmeli, terlemeyle vücuddan eksilen tuz ve su muhakkak alınmalıdır. Teleme ile kaybedilen tuz ve mineraller, dengeli bir şekilde daha çok taze meyveler ile karşılanmalıdır. Gebelikte süt ve süt

ürünlerinin tüketilmesi yararlıdır, gerek protein ve gerekse mineraller özellikle kalsiyum bu yolla sağlanabilir. Yağlı gıdalardan kaçınmak hele de yaz sıcaklarında kaçınmak? gerekir. Terleme ile kaybedilen sıvının yerine konması anne adayı ve bebek için çok önemlidir. Günde en az 2,5 litre sıvı alınması gereklidir yazları. Ancak daha çok su tüketmenin yararları daha fazladır. Taze meyve suları kolalı ve kutu meyva sularına tercih edilmelidir.Bilindiği gibi çoğu kutu meyve sularında çabuk bozulmalarını önlemek amacıyla konulan özellikle anne karnında gekişmekte olan bebeğe zararlı kimyasal maddeler vardır, bu nedenle tüketilmeleri sakıncalı olur.

Alkol ve sigara kullanmanın ne sağlıkla nede gebelikle bağdaşmadığını bir kez daha hatırlatmakta yarar var !Sıcakta terlemeyle birlikte deride birçok bölge nemli kalacağı için mantar enfeksiyonlarına yaz aylarında daha rastlanır. Bu nedenle özellikle vücudun kıvrımlı bölgeleri kuru tutulmaya çalışılmalı ve sık sık ılık duşlar yapılmalıdır. Özellikle vajinal enfeksiyonlar erken doğuma yol açabileceği için vajinal akıntılarda veya idrar yolları iltihabını düşündürecek bulgular – idrar ederken yanma, koyu ve kokulu idrar etme, sık sık idrara çıkarma gibi – varlığında hemen hekime başvurulmalıdır.

Hastalıklar ortaya çıkmadan önlenmesi:

Her zaman daha kolay ve daha az yorucudur. Çok küçük noktalara dikkat edilerek ileri de oluşabilecek sorunlar engellenebilir.Sağlıklı ve mutlu gebelikler...

 

Kaynak:www.makaleler.com 

Yazar :Ahmet Polatlı

NEDEN ANNE SÜTÜ ?

 neden anne sütü

Şüphesiz ki anne sütü, bebeğe verilebilecek en doğru besindir ve ne kadar uzun süreli verilirse o kadar faydalıdır. Dünyanın her yerinde, tüm uzmanlar annelerin bebeklerini en az bir yıl emzirmesini öneriyor. Emzirme çocuğun fiziksel gelişimi kadar, anne - çocuk arasındaki bağı arttırarak psikolojik gelişimini de etkiler. Emzirmenin bebeğe olduğu gibi anneye de faydaları vardır. Bunlar; rahmin doğum sonrası daha çabuk ve kolay kendini toplaması, anneyi psikolojik açıdan doyurması, doğum sonrası daha kolay kilo vermesini sağlaması, ön hazırlık gerektirmemesi, ekonomik olması gibi unsurlardır.

Anne sütü bağışıklık sistemini arttırarak bebeği bir çok hastalıktan korumasının yanı sıra, içindeki demir sayesinde kansızlıktan koruması, kolay hazmedilmesi, saf ve temiz oluşuyla bebeğinizi beslemek için yapacağınız en uygun seçimdir. Bazen kadınlar emzirmenin sarkma gibi etkileri olacağını düşünerek, bebeklerini emzirmezler. Bilinmelidir ki, kimi göğüs hastalıkları emzirmeyen kadınlarda daha sık görülmektedir.

Çocuğunuzu emzirerek alması gereken tüm vitamin, karbonhidrat, yağ, demir, proteini verebilirsiniz. İlk 6 ay boyunca bebeğin anne sütünden başka bir besin almaması, uzmanlar tarafından tavsiye edilen en doğru besleme yöntemidir. Bu dönemden sonra doktorunuzun önerileriyle çeşitli ek besinlerle takviyeye başlanmalıdır. Bir çok çocukta gördüğümüz gibi, anne sütü almış çocuklar diğerlerine göre daha güçlü bir yapıya sahip ve gelişmişlerdir. Ayrıca emzirilen çocukların I.Q oranlarının daha yüksek olduğu bilimsel araştırmalarla ortaya koyulmuş bir gerçektir.

Eğer dünyaya bir bebek  getirmeye kararlıysanız veya doğum yapmak üzereyseniz, emzirmekle ilgili bilgi edinmeli ve düşündüklerinizi gözden geçirmelisiniz. Böyle bir kolaylıkla sağlıklı bir bebek büyütmek için sadece bilinçlenmeniz yeterlidir. Bebeğiniz ve kendiniz için en doğrusunu yapıp, emzirmelisiniz.

Kaynak:www.makaleler.com 

Yazar :Ahmet Polatlı

YÜKSEK ATEŞ !

Günümüzde ateşin en ufak yükselişi bile anneleri telaşlandırmakta ve hemen düşürmek çabasına sokmaktadır. Ancak ateşin aslında çok da olumsuz bir şey olmadığını bilmenizde fayda var. Ateş zarardan çok fayda sağlar. Vücudun mikroplara karşı savaştığının bir göstergesidir. Bilimadamları ateşi şöyle açıklıyorlar:

Vücudu istila eden çeşitli mikroplar, virüsler ve bakterilere karşı savaşan akyuvarlar interlökin adı verilen bir hormon salgılarlar. Bu hormon beyne giderek vücut ısısını ayarlamasını söyler. Böylece vücudun ısısı artınca akyuvar hücreleri istilacılara karşı daha iyi savaşırlar. Ayrıca yüksek ısıda bu hastalık yapan organizmalar savunmasız kalırlar. Hatta bazen vücut ısısını çok düşürerek mikropların mineral ihtiyacını karşılamasını önleyerek onları ölüme terkederler. Vücuda bir virüs saldırdığında ateş sayesinde vücuttaki antivirüs maddelerinin ve interferonun üretimi hızlanır.

Kısacası ateş aslında vücudun enfeksiyona karşı geliştirdiği önemli bir savunma mekanizmasıdır. Doktorlar altı aylıktan büyük bebeklerde ateş 39 dereceyi geçmeden düşürmeyi önermiyorlar. Ancak ağrılar sızılar çok olursa Calpol tarzı ağrıkesici ve ateş düşürücü özelliği olan bir ilaçtan az miktarda verebiliyorlar. Ateşin kaynağı bir enfeksiyonsa antibiyotikle tedavi gerektiriyor olabilir. Bu durumda antibiyotikler hastalıkla mücadele ettiğinden ateşi dolaylı yoldan düşürmüş olurlar.

Eğer kan zehirlenmesi ya da sıcak çarpması gibi farklı bir sebepten ateş yüksekse ateşin derhal düşürülmesi gerekir. Ayrıca altı aydan küçük bebeklerde ateşin yüksek olması tehlikeli olabilir. Ateş, vücudun enfeksiyonlara cevabı olduğunda nadiren 41 dereceyi geçer asla 42 dereceyi aşmaz. Sıcak çarpması gibi durumlarda ateş 45.5 dereceye kadar yükselebilir. Acil müdehale gerekir.

Bebeğin Ateşini Nasıl Ölçeceksiniz?Genelde her annenin yaptığı gibi dudaklarınızı bebeğinizin alnına değdirin. Eğer sıcak geliyorsa bebeğin ateşi yükselmiş demektir. Ancak bazen bebeğin dış sıcaklığı normal gibi gözükse de iç ateşi olabilir. Bebeğinizin hareketlerinde bir anormallik seziyorsanız, hasta gibi görünüyorsa, daha büyük çocuklarda halüsünasyon görmeler varsa ateşi derhal ölçmenizde fayda vardır.

Rektal yoldan ateşi ölçmek: Bebeğinizi alt açtığınız yere yatırın ve bezini çıkarın. Bebeğin iki ayağını bir elinizle kavrayarak yukarı kaldırın. Eğer bebeğiniz bu şekilde huzursuz oluyorsa onu yan yatırabilirsiniz veya dizlerinizin üzerinde yüz üstü yatırabilirsiniz. Rektal olarak kullanacağınız dereceyi asla ağızda kullanmayın. Derecenin ağız kısmı (metal kısım) tamamen girinceye kadar makata sokun. Bebeğin poposunu elinizle sıkıştırarak en az iki dakika bekleyin. Bu arada bebeğinizi sakinleştirmek için şarkı söyleyebilirsiniz veya televizyon seyrettirebilirsiniz. Bebeklerde en güvenilir yöntemdir.Koltuk Altından Ateşi Ölçmek: Bebeğinizin koltuk atına dereceyi yerleştirin ve kolunu bir elinizle sıkıştırın. Kolunu dirseğinden sıkıştırın ki oynama olmasın. Bu şekilde en az dört dakika tutmaya çalışın. Bebeğinize kolunun altında bir şey olduğunu unutturmaya çalışın. Kucağınızda gezdirin. Onu oyalamak için bildiğiniz her yöntemi deneyin.

Ağız Yoluyla Ateşi Ölçmek: Ancak büyük çocuklarda mümkündür. Dereceyi dilinin altında tutması ve ağzını kapalı tutması gerekir. Bu da çocuğunuz dört beş yaşına gelmeden pek mümkün olmaz. Derece 2-4 dakika bu şekilde tutulmalı.Hangi Değerler normaldir? Ağız yoluyla ölçülen ateş eğer 37 dereceyse normaldir. Koltuk altı bu değerden yarım derece kadar daha düşüktür. Yani Koltuk altı 36.5 derece normaldir. Rektal olarak ise ateş daha yüksek çıkar. Rektal 37.5 derece normaldir.Bebeğinizi Ne Zaman Doktora Götürmelisiniz? Bebeğinizin ateşi rektal olarak 40.5 derecenin üzerindeyse, havale geçiriyorsa, sürekli ağlıyor ve sakinleşmiyorsa, ensesi sertse ve başını öne eğemiyorsa, sıcak çarpması olasılığı varsa, cildinin her hangi bir yerinde mor noktalar varsa, havale geçiriyorsa, iki aylıktan küçükse derhal acile götürün. Bu arada üzerini çok sarmalamayın ve ateş düşürücü fitil uygulayın.

Eğer bebeğiniz iki aylıktan büyükse, rektal ateşi 39 dereceden fazlaysa, susuz kalma belirtileri görüyorsanız (idrar koyu sarı ve az, gözyaşı yoksa, bezinde kırmızı lekeler varsa), ateş ilaçla düşmüyorsa, bir kaç gündür hafif seyreden ateş birden bire yükselmişse, ateş 24 saatten uzun süredir yüksekse, bebeğiniz çok huzursuzsa, davranışında değişiklik varsa bebeğinizi uygun bir zamanda doktora gösterin.

Ateşi Nasıl Düşüreceksiniz? Ortamı 20-21 derecede tutun. Bebeğinizin üstündekileri çıkarın. Üzerinde yalnızca badi (body) kalsın. Hava sıcaksa yalnızca beziyle dursun. Ateş rektal olarak 39 dereceden yüksekse ateş düşürücü İbufen (yalnızca doktorunuz önerdiyse) veya Calpol gibi ilaçlar verebilirsiniz. Ateşi düşürmek için aspirin vermeyin. Ateşin kaynağı viral bir hastalık olabilir. Paranox türü fitil de uygulayabilirsiniz.Ateşi düşürmenin en iyi yolu ıslak bez uygulamasıdır. Bunun için bebeği havlu üzerine yatırın. Bir kaba ılık su doldurun. Beş tane bez veya mendil alın. Ilık suyla ıslattığınız bezleri sırayla alnına, kol altlarına, bacaklarının üst kısmına yayın. Bu işlemi bezler ısındıkça tekrarlayın. Bu uygulamayı en az yarım saat sürdürün. Vücut ısısının düşmesi için bu süre gereklidir. Bu sürenin sonunda ateşi tekrar ölçün. Bu arada kapdaki su ısınmışsa değiştirin. Ateşi düşürmenin en etkili yolu ıslak bez uygulamasıdır. Ancak ateş tekrar yükselebilir. Eğer ateş 24 saat boyunca tekrar tekrar yükseliyorsa mutlaka doktora danışın.

Bebeğiniz yüksek ateşliyken daha çok kaloriye gereksinim duyar. Onu sevdiği gıdalarla besleyin. Ne yemek istiyorsa verin. Gofret çikolata cips gibi besinlerin değeri yoktur. Ama mesela bebeğiniz muzu çok seviyorsa ona istediği kadar verebilirsiniz. Ya da ekmek, bebe bisküvisi, meyve, yoğurt gibi. Ayrıca sıvı alımını artırmaya çalışın. Ancak içmek istemiyorsa asla zorlamayın. Çeşitli sıvıları sürekli sunmaya devam edin

Kaynak:www.makaleler.com 

Yazar :Ahmet Polatlı

FOLİK ASİT ALIMI...

Folik asit, beyin-omurilik bozuklukları denilen doğumsal bozuklukları önlemektedir. Beyin-omurilik bozukluklarını önlemek için doğumu planlanmış kadınların ortalama gebelik öncesi bir ay kadar günde 0.4 mg folik asit almaları önerilmektedir.Folik asit, bir vitamin olarak alınabileceği gibi,ekmek,fasulye ve lifli koyu yeşil meyvalarden de alınabilir. Geçmiş herhangi bir gebeliğinde beyin-omurilik bozuklukları bulunan bir bebeği olan annenin gelecek gebeliğinde de bu bozukluğun oluşma riski artmaktadır ve bu kadınların normal kadınlara tavsiye edilen günlük dozun-0.4mg- 10 katı kadar almaları önerilmektedir. Böyle kadınların gebelikten önce 1 ay ve gebeliğin ilk üç ayında günde 4 mg olmak üzere folik asit almaları önerilmektedir. Özellikle bu kadınlar folik asiti yanlız kullanmalıdırlar.Zira diğer vitaminlerle yeterli folik asit alınabilmesi için diğer vitaminlerin dozunun aşılması gerekmektedir.

Kaynak:www.makaleler.com 

Yazar :Ahmet Polatlı

EVİNİZİ SİGARADAN KORUYUN !

Çevreye yayılan dumanın içilen sigara  kadar tehlikeli olduğu görülmüştür. Bununla ilgili gerçekler şunlardır:

Yanan bir sigaradan çevreye yayılan duman 50 adeti kanser yapıcı olan 4000 kimyasalı da içermektedir. Bir sigara yaklaşık 12 dakika yanar. Ancak sigara içen bir kişinin ancak 30 saniye sigarayı içine çektiği gösterilmiştir. Geri kalan dumanı çevredekiler içlerine çekmektedir. Çevreye yayılan sigara dumanı içilenden daha zararlıdır. Çünkü sigara içildiği zaman ısı daha yüksektir. Ancak çevreye yayılan duman daha düşük ısıdan yayılmaktadır. Çevreye yayılan sigara dumanı normal olarak içilen sigaradan 3 kat daha fazla nikotin, %70 kat fazla katran ve 2.5 kat fazla karbon monoksit içermektedir. Yanan bir sigaranın üçte ikisi havaya gitmektedir.

RUH SAĞLIĞIMIZI KORUMAK İÇİN 10 ÖNERİ...

Değerli Okurlar;

Bildiğiniz gibi insanın en önemli güzellikleriden biriside ruh güzelliğidir...

Şimdi Sizlere Ruh Güzelliğinizi Zinde Tutmak İçin 10 Öneri Vereceğim.

Bunlar;

1)'Küçük Şeyleri Kafanıza Takmayınız.'

2)'Her Zaman Doğallığınızı Koruyunuz.'

3)'Boş Bir İnsan Gibi Yaşamayınız,Kendinize Sizi Mutlu Edecek Şeyleri Bulunuz.'
4)'En Önemlisi 'Kötü Düşüncelerinizden Arınınız.'

5) 'Toplum İçin Birşeyler Yapınız.'

6) 'Küçük Şeylerden Korkmayınız Onlar Sizden Korksun.'

7) 'Doğa ve Sessizlik Ruhu Besler.Bol Bol Gezmeye Çıkınız.'

8) 'Planlı ve Proğramlı Olunuz.'

9) 'Yeni İnsanlarla Tanışınız.Bunu Yaptığınız Sürece Çok Şey Kazanacaksınız.

Bunlar;

Bilmedilerinizi Öğrenirsiniz.

Sosyal Çevreniz Olur

Lakin Tanıştığınız Kişinin Eşi Dostu Olacaktı Bu Vesile İle Onlarla'da Tenışmış Olursunuz.

10)'Mümkün Oldukça Bizler Gibi Makale Yazmanızı Tavsiye Ederim.Çünkü Makale Yazmak İnsana İçini Dökmesinde Yardımcı Olmakta Büyük Rol Oynar.'

Kaynak:www.makaleler.com 

Yazar :Furkan BAYKUŞ

HORMONLAR, DEPRESYON, VE KİLO...

Stres, insanin cesitli bedensel ve ruhsal zorlanmalar karsisinda ortaya cikan tepkiler butunudur. Stres yapan durumlar kisilere gore farklilik gosterebilir. Stres karsisinda insan vucudu, sinir sistemini uyararak ve cesitli hormonlar salgilayarak cevap verir. Stres durumunda katekolamin denilen adrenalin ve noradrenalin, kortizol, endorfinler, buyume hormonu, prolaktin ve testosteron hormon duzeylerinde degisiklikler gorulebilir.

Beyinde bulunan hipotalamus isimli bolge bobrek ustu bezlerini uyararak buradan adrenalin ve kortizol homonlarinin kana salinmasini saglar. Bu hormonlar kalp hizini, solunum sayisini, kan basincini ve metabolizmayi artirirlar. Kan akimi artar ve kaslar daha fazla kanlanarak vucudun harekete hazir hale gelmesini saglar. Goz bebekleri genisler. Kan sekeri yukselir.Vucut sicakligini kontrol altinda tutmak amaci ile terleme olur. Butun bu gelismeler strese cevap olarak vucudu uyanik tutmak ve her an harekete gecirmek icindir. Bazi zamanlarda stres uzar ve bu hormonlar uzun sureli salinir ve bu nedenle hipertansiyon ve ulser gibi komplikasyonlar gelisebilir.

Stres ayrica beyinde uyusma hissi veren enkefalin ve metenkefalin gibi opiyadlar ismi verilen hormonlari artirir. Bunlar agri kesilmesine neden olduklari gibi yuksek dozlarda sakinlik ve cakir keyif hali yaparlar.

Buyume hormonu da beyindeki hipofiz bezinden salgilanan bir hormondur. Psikolojik stres ve fiziksel egzersiz bu hormonda artisa neden olur. Prolaktin hormonu da hipofiz bezinden salgilanir ve normalde gebelikte meme buyumesi ve sut salgisina neden olur. Psikolojik ve fiziksel stres de prolaktin duzeyini artirir fakat bu artis kortizol ve adrenalin kadar belirgin degildir.

Diger hormonlarin aksine stresli durumlarda mekanizmasi tam olarak bilinmemekle birlikte testosteron hormon duzeyi duser.

Psikolojik stresin erken doneminde gorulen hormonal degisikliklere uzun donemde adaptasyon gelisir ve hormon duzeyleri normale doner.

HORMONLAR VE PSIKOLOJI

Hormonlarin psikoloji uzerine etkileri vardir. Iyi olma hissini saglayan baslica hormonlar noradrenalin, dopamin ve serotonindir. Bunlardaki dengesizlik psikolojik problemlerin olusmasina neden olur. Bu nedenle de depresyon  ile bu hormonlar arasinda onemli iliski vardir.

Noradrenalin adrenal bezden salgilandigi gibi sinir uclarindan da salgilanir. Kizginlik ve tehlike durumunda salgisi artar.

Dopamin ofori denen cakir keyif olma durumu, istek ve motivasyon saglar. Dopamin hormon bozuklugunda hafiza kaybi, problem cozmede zorluk baslar.

Serotonin enerjik olma hissi, sakinlik ve guven hissi verir. Cogu ruhsal bozukluk serotonin dengesinin bozulmasindan olusur. Depresyondaki kisilerin cogunda serotonin dusuklugu vardir. Depresyon tedavisinde kullanilan ilaclarin cogu da beyindeki serotonin duzeylerini artirmaya yoneliktir.

Serotonin gunes isiginda beyinde artar. Kapali ve karanlik yerlerde serotonin duzeyi azalir. O nedenle kis aylarinda depresyon artar.

Gunes isigi melatonin hormonunu baskilar. Melatonin gece salgilanan hormondur. Melatonin sayesinde uyku gelir. Melatonin serotoninden olusmaktadir. Serotonin azalmasi obezite  ve yeme bozukluguna da neden olur. Beyinde serotonin azalinca beyin bu eksikligi sekerli gida yenmesini artirarak saglamaya calisir.

Hormonlar ve psikolojik rahatsizliklar arasindaki iliski ozellikle kadinlarda daha belirgin olmaktadir. Kadinlarda psikolojik degisiklikler ozellikle ergenlige giriste, dogum sonrasi ve menopoz doneminde ortaya cikar. Dogum sonrasi ve menopoz sonrasi ruhsal sikintilarin artmasinda kanda ostrojen hormonu azalmasinin etkili oldugu, ergenlik doneminde ise ostrojen hormonundaki artisin neden oldugu dusunulmektedir. Adetlerin baslangicinda da kizlarda gorulen ruhsal degisiklikler yine hormonlarda gorulen degisikliklere baglidir.

Hipotalamustan salgilanan CRH hormonundaki degisiklikler de psikolojik degisikliklerle birliktelik gosterir.

Erkeklerde testosteron eksikligi de duygu durumunda bozukluk yapmaktadir. Hafiza, beyin calismasi ve psikoloji testosteron eksikliginde bozulmaktadir. Seks hormonlarinda (ostrojen ve testosteron) gorulen bu degisiklikler beyinde serotonin azalmasindan dolayi olusmaktadir.

Seks hormonlari ayrica kadin ve erkek tipi davranislarin olusmasinda da onemli role sahiptir.

Tiroid bezi yetmezligi (hipotiroidi) ve hipoglisemi (kan sekeri dusuklugu) olan kisilerde depresyonun fazla olmasi tiroid hormonlari ve kan sekerinin psikolojik degisikler yaptiginin bir kanitidir. Bu nedenle depresyondaki hastalarda hormon olcumleri yapilmasinda fayda vardir. Tiroid hormonlarinin kanimizda yuksek olmasi (tiroid bezinin asiri calismasi) durumunda ise su psikolojik sikintilar ortaya cikar:

Huzursuzluk

Sikinti

Depresyon

Birden ofkelenme, bagirma veya asabiyet

Kalabalik yerlerden hoslanmama

Kotumserlik

Sabirsizlik

Asiri hareketlilik, yerinde duramama

Gurultuye asiri hassasiyet

Uyku problemleri

Istah bozuklugu

Bazen sizofreni

Hallusinasyonlar (hayal gorme)

Panik atak

Tiroid bezinin az calistigi tiroid bezi yetmezliginde ise su psikolojik belirtiler bulunabilir:

Ilgisizlik

Dusunme ve konusmada yavaslama

Unutkanlik

Konsantre olamama

Depresyon

Demans

Beyin hasari

Panik atak

Psikolojik rahatsizliklari olan tiroid hastalarinin teshisinde gecikme olursa bu psikolojik sikayetlerde duzelme olmaz.

Depresyondaki kisilerin %10-15’inde tiroid bezi yetmezligi veya tiroid hormonlarinda anormallikler vardir. Buna karsilik hipotiroidi dedigimiz tiroid bezi yetmezligi olan kisilerde depresyon sik bulunur ve psikolojik tedaviye direnclidir. Tiroid bezi yetmezligi olan hastalarin % 40 kadarinda ve ozellikle kadinlarda depresyon ve panik atak sik gorulur. Tedaviyle sikayetlerde azalma olmasina ragmen bazen direncli bir depresyon yani sik nuks eden veya tekrarlayan depresyon gorulebilir. Bu hastalarda tiroid bezi yetmezliginin iyi tedavi edilmesi gerekir. Bu tedavi sirasinda TSH’nin 1.0-1.5 IU/L arasinda olmasi depresyonun duzelmesine daha iyi katkida bulunur. Hipotiroidi tedavisinde kullanilan tiroid hormon ilaclari beyindeki mutluluk hormonu adi verilen serotonin seviyesini artirarak depresyon belirtilerini azaltmaktadir

Psikolojik sorunlar ile ozellikle kandaki T3 hormon duzeyleri arasinda bir iliski oldugu yapilan cesitli calismalarda ortaya konmustur. Kan T3 duzeyi azaldikca depresyon olusmasi riski ve nuksu artmaktadir.

Kandaki anti-TPO antikorlarinin yuksekligi ile depresyon arasinda da bir iliski vardir. Bu nedenle depresyonu olan hastalarda ve ozellikle sik tekrarlayan depresyonlu kisilerde TSH, T3, T4 hormonlari ile anti-TPO ve anti-tiroglobulin antikorlari mutlaka olculmelidir. Tiroid bezi yetmezligi varsa bu hastalar icinde levotiroksin bulunan tiroid hormon ilaciyla tedavi edilirler.

Bazi bilim adamlari depresyonlu kisilerde “beyinde hipotiroidizm” oldugunu, yani beyinde tiroid hormon azligi oldugunu, ancak kanda tiroid hormonlarinin normal oldugunu iddia etmislerdir. Bu nedenle tiroid hormonlari normal oldugu halde T3 hormon ilacini tedavide kullanan psikiyatri uzmanlari vardir.

Kadinlarin %15’inde dogum sonrasi depresyon gorulmektedir. Buna ‘’Dogum Sonrasi Depresyonu’’ adi verilir. Dogum sonrasi olusan depresyon ile tiroid hormonlari ve anti-TPO antikoru arasinda bir iliski oldugu cesitli bilimsel calismalarda ortaya konmustur. Gebeligin ilk 3 ayinda olculen anti-TPO antikor duzeyleri dogum sonrasi depresyona girilip girilmeyecegi konusunda bilgi vermektedir. Anti-TPO antikoru yuksek olan kadinlarda dogum sonrasi depresyon 3 kat daha fazla gorulmektedir.

Depresyonun kendisinin de tiroid hastaliklarinin gelisimine katkida bulunabildigini unutmamak gerekir. Stresli veya depresyondaki kisilerde Graves hastaligi denilen tiroid bezinin asiri calismasi ile karakterize bir hastalik ortaya cikabilmektedir.

Kaynak:www.makaleler.com

Yazan: Dr. Metin Özata

Yazar Hakkında:
Prof Dr Metin Ozata 2003 yilinda profesor oldu. Endokrin Tiroid ve Zayiflama uzmanidir. ABD'de Chicago Universitesinde ve Almanya'da Wiesbaden 'de Calisti. 16 bilim odulu var. 9 kitabi ve yurtdisinda yayinlanmis 95 makalesi vardir. ingilizce ve almanca bilir. Web sitesi: http://www.tiroidcenter.com

BOLLUK VE BEREKET ENERJİSİNİ YAŞAMIMIZA NASIL ÇEKERİZ?

Hepimiz, yaşamımızı daha iyi standartlara taşımak sebebiyle çalışırız. Peki, çalışmak dışında da, istediğimiz zenginliğe ulaşmamızı sağlayacak değişik yöntemleri biliyor muyuz?

Hepimiz, yaşamımızı daha iyi standartlara taşımak sebebiyle çalışırız. Peki, çalışmak dışında da, istediğimiz zenginliğe ulaşmamızı sağlayacak değişik yöntemleri biliyor muyuz?

Öncelikle; zihinsel olumlamalar üzerinde durmak istiyorum. Herkes; zengin olmayı ister ama buna karşın zihni, bunun gerçekleşemeyeceği üzerine sayısız olumsuzlamalarla doludur. Maaşınız azdır, geçim sıkıntısı içindesinizdir, ekonomik şartlar zordur, iyi 1 iş bulmak zordur, yakın çevrenizde zengin kimse yoktur, şans oyunlarında da şanslı değilsinizdir vs... Bunların farkında olmamız, enerjimizi bu negatifliklerin üzerine yoğunlaştırmamızı gerektirmez. Zihninize; inanmasanız dahi, aşağıda belirteceğim önermeleri yükleyin. Yüksek benliğimiz; vereceğimiz bütün mesajları birer gerçeklik bi şekilde alır ve gerçekleştirirken bizim limitli zihnimizin farkında olamayacağı kadar yaratıcı yöntemlerle çalışır. İkinci kural, herşeyin Şimdi'de olduğunu imgelemek ve mekan mekan sözlü ifadelerle bunu güçlendirmektir. Üçüncüsü; bu yöntemin daha faal olmasını istiyorsanız, bu olumlamaları uyumadan hemen önce tekrarlamaktır. Böylece; bu olumlamalar, uyuduğunuz süre boyunca negatif kesintilere uğramaksızın, bilinçaltınıza işleyecektir.

''Sevgili Yüksek Benliğim; seni, yaşamıma, bereket ve bolluğu çekmen sebebiyle programlıyorum. Şüphesiz ki, sen bunun sebebiyle gereken yaratıcılığa ve sınırsız güce sahipsin. Para enerjisini; yaşamıma, kolaylıkla ve çabasızca çekiyorum. Yaşamımda herşey, bana ve diğerlerine yetecek kadar bol ve bereketli. Yeryüzü; zenginliklerle doludur ve kaynaklar, herkes sebebiyle yeterlidir. Öyle zenginim ki, bunu diğer herkesle de paylaşabiliyorum. Paylaştıkça, zenginleşiyorum. bütün enerjimi, bolluğa ve mutluluğa yoğunlaştırıyorum. bütün varlık; kaynaklardan yeterince faydalanabilsin, bunun mutluluğu yaşamımızın bütün alanlarına yansısın.''

Bu olumlamaların dışında; yapmamız gereken şeylerden biri de, kullanmadığımız eşyaları 1 başkasına vererek, oluşan güç blokajlarını kaldırmaktır, böylelikle yenilerinin yaşamınıza girmesine imkân sağlamış olursunuz, evrende boşluk yoktur, oluşturduğunuz bütün boşluk, en dar zamanda doldurulur. 1 öteki, paylaşmaktır. Paylaşarak, zenginleşirsiniz. Evinizde ve çalışma ortamınızda; dağınıklığa müsade vermeyin, herşey olabilir olduğunca belirli 1 düzen içinde olsun, böylelikle enerjinizi, lüzumsuz şeylere harcamamış olursunuz. Enerjinizi, ödenmemiş borçlara odaklamayın, aklınıza geldikçe onlara ışık gönderin ve yüksek benliğinizden, bunlara çabasızca ve en dar zamanda çözüm bulmasını isteyin. Zihninizi, paranın nereden geleceğini düşünerek, koşullamayın. Bu sınırlamaları getirdiğinizde, para enerjisini çekemezsiniz. Yüksek benliğiniz, sizin sebebiyle lazım yolları bulur ve gerçekleştirir, buna mutlak bi şekilde inanın.

Kaynak:www.makaleler.com 

Yazar :Ahmet Polatlı


KEÇİ BOYNUZU DÜNYANIN GÖZDESİ...

Afrodizyak özelliği yanında kolesterol düzenleyicilikten, çocuklarda zeka ve kemik gelişimine kadar birçok faydası bulunduğu belirtilen keçiboynuzu nektarının, İngiliz ve Almanların gözdesi olduğu bildirildi.

Mersin’de etkinlik gösteren Atışeri Tıbbi ve Aromatik Bitkiler İthalat ve İhracat Şirketi Sorumlusu Ayşe Atışeri, AA muhabirine yaptığı açılamada, dünyada yıllık ortalama 150 1000 ton olan ve diğer adıyla harnup bi şekilde bilinen keçiboynuzu üretiminin yaklaşık yüzde 10’unun Türkiye’de yapıldığını söyledi.

Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından 1 süre önce orman köylüsünün gelir düzeyini artırmak amacıyla başlatılan çalışma kapsamında bozuk ormanlık arazilerde keçiboynuzu bitkisi yetiştirilmeye başlandığını anımsatan Atışeri, projede yüzde yüz başarı sağlanması halinde elde edilen mahsül miktarının kritik ölçüde artacağını ifade etti.

Atışeri, yepyeni ekim alanlarından elde edilen ürünlerle Türkiye’deki

yıllık 20 1000 ton dolayındaki keçiboynuzu nektarı üretiminin de buna paralel bi şekilde artacağına işaret ederek, "Böylece hem Türkiye’de daha epey mahsül piyasaya sunulmuş hem de ihracatı artarak ülkeye daha epey döviz girdisi sağlanmış olacak" dedi.

Türkiye’de keçiboynuzu nektarı üretimi ve ihracatı yapan sayılı

firmalardan biri olduklarını söyleyen Atışeri, Tarsus’taki tesislerinin günlük üç ton keçiboynuzu nektarı işleme kapasitesine sahip olduğunu belirtti. Atışeri, şöyle konuştu: "Kimyasal ya da doğal katkı maddesi olmadan üretilen pekmezin kritik bölümünü, vatan içinde piyasaya sürüyoruz. İngiltere ve Almanya’ya geçen sene 20 ton keçiboynuzu nektarı ihraç ettik. Bu yılki hedefimiz ise 30 ton. İhracatımız geçen yıllara oranla arttı. Bu artış, İngiliz ve Almanların keçiboynuzu pekmezini sevdiğini gösteriyor. 1 süre önce ihracata başladığımız ABD’de de ürünümüz alaka görmeye başladı. Bu arada yepyeni pazar hedefimiz Arap ülkeleri. Arap ülkelerinde pekmezin tutulacağını sanıyoruz. Bu ülkelere zaten keçiboynuzu meyvesini gönderiyoruz."

Atışeri, Özden markasıyla piyasa sürdüğü keçi boynuzu nektarının, Hacettepe Üniversitesinde yapılan incelemede, antioksidan aktivitesinin epey yüksek olduğuna ilişkin belge verildiğini kaydetti.

Keçiboynuzu pekmezinin faydaları

Cinsel gücü artırdığı ve bu yönde kalıcı tesir yarattığı bilinen keçiboynuzu pekmezinin, buna ilave olarak kolesterolü düşürdüğü, içerdiği yüksek miktardaki potasyum, fosfor ve kalsiyumla, çocukların zeka ve kemik gelişimini sağladığı, astım, bronşit ve nefes darlığı gibi rahatsızlıkları önlediği, göğüs ağrılarını izole ettiği belirtiliyor. Balgam söktürücü ve hazmı kolaylaştırıcı özelliği de bulunduğu ifade edilen an pekmezin, hafızayı ve dikkati artırdığı, sinirleri rahatlattığı kaydediliyor.

Keçiboynuzu

Anadolu’nun birtakım bölgelerinde "harnup" bi şekilde da bilinen, ana vatanı Yunanistan, Fas, Tunus ve İsrail olan keçiboynuzu, Türkiye’de ise Antalya ve Mersin birlikte Muğla’nın Datça ilçesi dolaylarında yaygın biçimde yetişiyor.

Meyveleri mayıs ayı başında büyümeye başlayan keçiboynuzu, haziran-temmuz aylarında olgunlaşıyor. Olgunlaştıktan sonraları meyve rengi yeşilden kahverengiye dönüşen keçiboynuzu, kuruyuncaya kadar toplanmıyor. Doğada kendiliğinden yetişen bu meyve, Eylül ayından Aralık ayı sonuna kadar hasat edilebiliyor.

Kaynak:www.makaleler.com 

Yazar :Ahmet Polatlı

4 SORUNA 4 ŞİFALI BİTKİ...

Hazımsızlık,yorgunluk,kötü nefes kokusu ve reflü... Bu sorunların çaresini bütün vakit ecza dolabınızda mı arıyorsunuz? Bizim farklı 1 önerimiz var: Şifalı bitkiler.

Hazımsızlık

Çare: Melisa

Ne sağlıyor? Şifalı bitkilerle uğraşan uzmanlar, melisanın hazımsızlığa karşı birebir olduğunu söylüyorlar. buna ilave olarak antideprasan özelliği olan bu bitki, kendinizi dar 1 sürede iyi ve daha bahtiyar hissetmenizi sağlayabiliyor. eşdeğer zamanda, anksiyete ve uyku problemlerini gidermede de etken olan melisanın hafızayı güçlendirdiği de biliniyor.

Bunu deneyin: Hazımsızlıktan yakınıyor ve melisanın müspet etkilerinden faydalanmak istiyorsanız, 3–4 çay kaşığı kuru melisa yaprağıyla demlediğiniz çaydan günde iki fincan sebebiyle.

Mide bulantısı

Çare: Papatya

Ne sağlıyor? Papatya sindirim sistemi üzerinde pek epey müspet etkiye sahip 1 bitki ve mide spazm ve kramplarını da önlüyor. Bu özelliğiyle de mide bulantısının yanı dizi, şişkinlik, hafif gastrit semptomları ve gaz şikâyetlerini gidermede de etken olabiliyor. Uzmanlar, papatyanın otomobil ve gemi yolculuklarında oluşan bulantıları önlemede de etken olabileceğini belirtiyor.

Bunu deneyin: Marketlerde hazır satılan papatya çaylarını deneyebileceğiniz gibi aktarlardan kuru papatya alıp kendi çayınızı kendiniz de demleyebilirsiniz. buna ilave olarak büyük 1 kapta demlediğiniz papatya suyuna batırdığınız minik 1 havluyla karnınıza 20 dakika boyunca kompres yapmak da bulantınızı hafifletecektir.

Halsizlik

Çare: Ginseng

Ne sağlıyor: Ginseng, özellikle Uzakdoğuluların güç kaynağı bi şekilde kullandıkları ve hiç vazgeçemedikleri bitkilerin başında geliyor. eşdeğer zamanda hafızayı güçlendiren, anksiyete ve huzursuzlukla da savaşan ginsengten bol bol tüketmek, oruç tutanların genellikle yaşadığı halsizlik ve yorgunluk sorununa karşı ida hayli yi geliyor.

Bunu deneyin: Ginseng kökünü aktarlardan temin edebilir, bununla çay demleyebilir veya yemeklerinizin içine rendeleyerek kullanabilirsiniz. (Günde yaklaşık bir – iki gr.) buna ilave olarak doğal mahsüller satan mağazalardan aldığınız ginseng haplarını 1 uzmana danışarak kullanabilirsiniz.

Kötü nefes kokusu

Çare: Biberiye

Ne sağlıyor? Sindirim sistemini düzenlemek için kullanılan biberiye kötü nefes kokusunu gidermede son aşama etken. buna ilave olarak açlık nedeniyle oluşan başağrılarını gidermek için de biberiye yapraklarını parmaklarınızın arasında sıkabilir elinize gelen yağı, şakaklarınıza sürüp hafifçe ovabilirsiniz.

Bunu deneyin: Taze biberiye yapraklarını salata ve et yemeklerinin üzerine lezzet vermek için serpebilirsiniz. Kurumuş biberiye yapraklarını ise çay demlemek için kullanabilirsiniz.

Kaynak:www.makaleler.com 

Yazar :Ahmet Polatlı

VİTAMİN DEPOSU...

Sağlıklı bir ömür herkesin hayalidir, kimse hastalıklarla boğuşmaktan zevk almaz. Sağlıklı bir hayat geçirmenin yolu bağışıklık sistemini güçlendirmekten geçer. Dengeli beslenme ve düzenli uyku, bağışıklık sisteminin güçlü kalması için zorunlu koşullardır. Güçlü bir bağışıklık sistemi için de bol bol vitamin, antioksidan ve mineral şarttır. Vitamin, mineral ve antioksidanlarca zengin olan meyve suları da işte bu sebeple gereklidir.

Vücudun ihtiyacı olan bu doğal sağlık iksirleri, hastalık dönemlerinde ilaç gibi etki gösterir. Uzmanlara göre, bünyeyi sağlam tutmak için bol miktarda A, C ve E vitamini ile çeşitli antioksidanlar içeren meyve suları tüketmek gerek. Ayrıca; dengeli beslenmenin ana unsurlarından biri olarak, yeterli oranda meyve ve sebze tüketmenin sağlık için hayati önem taşıdığını vurguluyorlar.

Şayet bol vitaminli bir içecek ise aradığınız, kendi meyve suyunuzu kendiniz hazırlayın veya taze sıkılmış meyve suyu satın alın. Böylesi çok daha güvenilir olacaktır emin olun. Marketlerden satın alınan pastörize meyve suları ile kendi evinizde sıktığımız taze meyve suyu mukayese dahi edilmez. Ayrıca, meyve suyunda bulunan vitaminler, işlem görme ve saklanma aşamalarından etkilenir. Her ne kadar pastörize meyve sularının bol vitamin  içerdiği söylense de, vitamin miktarı taze meyve sularınkiyle aynı olmaz.

% 100 meyve suyu içmek, meyve tüketerek alınacak olan vitamin miktarını desteklemenin en doğal yoludur. Yalnız, bilinçli bir tüketim için meyve suları arasındaki farklara dikkat etmek gerekir. Bu farkları ortaya koyan meyve suyu oranları ise, genellikle ürünlerin ambalajlarının üzerinde yazılı olur.

En çok tüketilen meyve sularından biri olan portakal suyunun faydalarını sayalım:

Portakal suyu: C vitamini kaynağıdır, öksürüğü azaltır, kılcal damarları güçlendirerek kalbin zarar görmesini engeller, gribe karşı çok güçlü bir savunma oluşturur, cildi güzelleştirir, bağışıklık sistemini güçlendirerek soğuk algınlığı için savunma oluşturur, tansiyonun dengelenmesine yardımcı olur. Portakal içerdiği antioksidan ve vitaminler sayesinde mide kanserini, kanın pıhtılaşmasını, pankreas ve kanserini engeller. Ayrıca ezik ve de çürüklerin daha kısa bir sürede iyileşmesini sağlar.

Portakal suyunda yüksek miktarda bulunan potasyum, tansiyonun dengelenmesine yardımcı olur. Bununla birlikte, cildin kurumasını ve kırışmasını engeller.

Kaynak:www.makaleler.com 

Yazar :Nazan baykal

DAMARLARIMIZ NEDEN MAVİ ?

Yaşamımızın sürebilmesi için vücudumuzdaki her bir hücrenin oksijene ihtiyacı vardır. Hücrelerimize oksijeni kanımız taşır. Kanımız oksijeni havadan aldığımız nefesin sonucunda akciğerlerimizden alır ve vücudumuzun her bir noktasına ulaştırır. Bu noktalarda oksijeni hücrelere devreden kanımız, kalp tarafından emilerek tekrar oksijen depolayabilmesi için akciğerlerimize pompalanır ve çevrim böyle devam eder.

Kanımızın içinde oksijen moleküllerini tutup, damarlarda taşıyarak, hedefe ulaşıldığında bırakan özel bir molekül vardır. Kırmızı kan hücrelerini, yani alyuvarları çevreleyen ve aslında demir içeren bir protein olan hemoglobin, oksijenle birleşerek bilinen parlak kan rengini oluşturur.

Kanımız hücrelerde oksijeni terk edip, karbondioksiti alıp geri dönerken yani toplardamarlarımızda iken rengi koyu kırmızı hatta biraz mora yakındır. Damarlarımızın çeperleri ve kan hücreleri renksiz olduklarından, kanın rengini veya renginin tonunu içinde oksijen olup olmaması tayin eder.

Damarlarımızın mavi renkte görünmesi, vücudumuza gelen ışığın bir kısmının derimizde emilmesi, bir kısmının da yansıtılması ile ilgilidir. Derimizde mavi renk gibi yüksek enerjiye sahip dalga boyundaki ışıklar daha çok yansıtılıp gözümüze geldiği için damarlarımız mavi renkte görülür.

Vücudumuzda gördüğümüz damarların hemen hemen tümüne yakını daha koyu renkli kanı taşıyan toplardamarlardır. Atardamarlarda kalp tarafından pompalanan kanın vücudun her yerine süratle ulaşabilmesi için basınç yüksektir. Toplardamarlarda ise kanın basıncı düşük, hızı da daha yavaştır.

Herhangi bir atardamar kesildiğinde kan daha hızlı dışarı çıkar, kan kaybı süratli ve çok olur. Hayati tehlike yaratır. Bu tehlikeye karşı atardamarlarımız daha kalın çeperli yapılmış ve derimizin altında daha derinlere yerleştirilmişlerdir. Bir kaza veya ameliyat olmadıkça atardamarlarımızı pek göremezsiniz.

Bu nedenle derimizde gördüğümüz damarların çoğu, et kalınlığı az olduğu için içindeki kanın rengini daha çok yansıtan ve deriye daha yakın olan toplardamarlardır. Tabii ki bu durum toplardamarlar kesildiğinde kanın koyu kırmızı veya mor renkte akacağı anlamına gelmez. Kesilme yerinden akan kan derhal hava ile temas edip, ondaki zengin oksijeni alır ve rengi yine bilinen kan rengine dönüşür.

Kaynak:www.makaleler.com 

Yazar :Ahmet Polatlı

ERGENLİK SİVİLCELERİ...

Derideki yağ bezelerinin iltihaplanması sonucunda irin dolu sivilcelerle beliren çok yaygın bir deri hastalığıdır. Tıp dilinde akne denilen bu tip iltihaplı deri hastalıklarının, çeşitli nedenlere bağlanan 50 kadar değişik tipi vardır. En yaygını ergenlik çağındaki gençlerin dörtte üçünde ve kızlardan çok erkeklerde görülen gençlik aknesi ya da ergenlik sivilcesidir.

Ergenlik çağı, insanın bütün yaşamı boyunca en duyarlı ve en kendine dönük olduğu dönemdir. Fiziksel görünümlerine çok önem verdikleri bu dönemde çıkan ergenlik sivilceleri, gençlerin ergenlik çağına özgü bunalımları ve gerginlikleri göğüslemelerini daha da güçleştirir. Ergenlik çağı denen bu büyüme ve gelişme döneminin başlamasıyla beraber, vücutta çeşitli hormon salgılarına bağlı birtakım değişiklikler ortaya çıkar. Bazı hormonlar yağ bezlerinin aşırı yağ salgılamasına yol açar. Kıl dibi keseciklerinde biriken bu yağlı madde derideki gözenekleri tıkarsa, toz ve kirlerinde toplanmasıyla deride siyah noktalar belirir. Deri temizliğine özen gösterilmezse bu siyah noktalara mikroplar da yerleşir ve sonunda sivilce dediğimiz, içi irin dolu, iltihaplı kabarcıklara dönüşür. Sivilcelerin sıkılarak patlatılması durumu daha da kötüleştirir. Mikroplar derinin diğer bölümlerine de yayılır ve sivilce iyileşse bile deride yara izleri kalabilir.

Ergenlik sivilceleri birkaç yıl sürse de çoğu kez kendi kendine iyileşerek yok olur. 25 yaş üstü kişilerde görülmesi çok nadirdir. Özellikle yüzde, omuzlarda, göğüs ve sırtta görülen ergenlik sivilcelerini iyileştirmek ve yayılmasını önlemek için çeşitli tedavi yöntemleri geliştirilmiştir.

Deri hastalıkları uzmanlarının hastayı inceledikten sonra duruma uygun olarak önerdikleri başlıca tedavi yöntemleri, sivilcelerin olduğu bölgeye merhem ve sıvı ilaçlar sürmek, yağlı yiyecekleri kısıtlamak, bol su içilmesini önermek ve çok ilerlemiş durumlarda ağızdan antibiyotik tedavisi uygulamaktır. Tetrasiklin hapları ergenlik sivilcelerinin tedavisinde en çok kullanılan antibiyotik türüdür. Doğrudan sivilcenin üzerine antibiyotikli ilaçlar sürmek de ağızdan uygulanan antibiyotik tedavisi kadar etkilidir, ama genellikle daha geç sonuç verir.

Kaynak:www.makaleler.com 

Yazar :Nilay AYDIN

VÜCUDUMUZUN MİKROPLARA KARŞI DİRENCİ...

Bütün canlılar gibi insanlar da sürekli mikroplarla iç içedir. Fakat mikropların büyük bir kısmı vücuttan içeri girip, dokulara yerleşmedikçe hastalığa neden olamaz. Vücut yüzeyini örten deri, mikropların içeri girmesine engel olan, çok iyi bir koruyucu katmandır. Yine de bazı mikroplar, örneğin sıtma mikrobu, kendisini taşıyan sivrisineğin iğnesini batırarak deride açtığı küçük delikten içeri girerek bu engeli aşabilir.

Mikroplar, burun delikleri ve ağız gibi açıklıklardan da kolaylıkla vücudun içine girebilirler. Bu tehlikeye karşı insanların solunum yollarında etkili bir temizleme ve süzme sistemi bulunur. Burundan başlayarak solunum yolunun tamamı, yabancı maddeleri tutmaya yarayan yapışkan bir sıvıyla kaplıdır. Solunum yolunu döşeyen hücrelerin titrek tüycükleri hareket ettikçe bu sümüksü salgı boğaza doğru ilerler. Oradan yutularak mideye iner. Eğer içinde mikrop barındırıyorsa, midenin salgıladığı asit ve enzimler bu canlıları parçalayarak etkisiz hale getirir.

Bütün bu engellere rağmen vücuda girmeyi başaran mikropların karşısına bu kez ikinci bir savunma mekanizması çıkar. Bu savunmanın ana elemanı, fagosit denilen ve görevi yabancı parçacıkları yok etmek olan bir takım akyuvarlardır. Bu özelleşmiş hücreler yabancı parçacığın etrafını sarıp, içine alarak enzimleriyle yok eder. Fagositlerin bir kısmı derinin ya da solunum yolu ve bağırsakların içini döşeyen zarın hemen altında bulunur. Vücudun bu bölgeleri, saldırı halindeki mikropları yok edebilecekleri en uygun ortamlardır.

Bazı durumlarda mikroplar kana karışmışsa, bu kez de karaciğer ve dalaktaki fagositler görev alır. Bu önleme rağmen mikropların sayısı hastalığa neden olacak kadar artarsa, vücudun diğer kısımlarındaki fagositlerin büyük bir bölümü hızla hastalıklı bölgeye gönderilir. Böylece mikroplar ve savunma mekanizması arasında büyük bir savaş başlar.

Deri, sümüksü salgılar ve fagositler gibi engeller, insanlarda doğuştan var olan savunma sisteminin birer etkin parçasıdır. Bir mikropla ilk karşılaşıldığında, o mikroba karşı kazanılan bağışıklık ise, sonradan edinilmiş, ikinci ve güçlü bir savunma sistemi oluşturur. Bu nedenle çoğu bulaşıcı hastalıktan korunmanın en iyi ve etkin yolu aşılanmaktır.

Kaynak:www.makaleler.com 

Yazar :Nilay AYDIN

ANTİBİYOTİKLER...

Karşı türdeki mikrobik canlıları yok etmek üzere, mantar, küf, bakteri gibi mikrobik canlılar tarafından üretilen bir maddedir. Alman bilim adamı Paul Ehrlich, organizmaya zararlı bakterileri yok etmek için, sadece bu bakteriyi hedefleyen bir ilaç yapmayı tasarlamıştır. Bu tasarı yıllar sonra Ehrlich'in yurttaşı olan Gerhard Domagk sayesinde gerçeğe dönmüştür. Sülfamiti bulan Domagk bu buluşuyla Nobel Ödülü almıştır (1935).

Sülfamit ağızdan, deri yoluyla veya enjeksiyonla alınabilir. Güçlü bir iyileştirici etkisi olmasının yanı sıra, baş dönmesi, kusma ya da kandaki alyuvarların yok olması gibi yan etkilere neden olabilir. Günümüzde mikrobik hastalıkların büyük bir çoğunluğu antibiyotikler sayesinde tedavi edilmektedir.

Bazı antibiyotikler kimyasal yollar aracılığıyla üretilebilir olsa da, en önemli kaynakları küflerdir. Küf mikroskobik bir canlı türüdür. Kendisine uygun bir ortam bulabildiğinde gelişip, antibiyotik üretmeye başlar. Tarihte önemi fazla ve insanlığa yararlı birçok buluşta olduğu gibi, antibiyotiğin meydana getirilmesi de bir tesadüften ibarettir. 1929 yılında İngiliz bilim adamı Alexander Fleming, bulaşıcı mikroplarla ilgili yaptığı araştırmalar esnasında bulmuştur. Stafilo - kok (bulaşıcı mikroplardan biri) kültürünün bulunduğu kaplardan birinin açık kalmasıyla, tavandan üzerine düşen küflerden dolayı stafilokokların gelişiminin durması sayesinde penisilin adı verilen ilk antibiyotik bulundu fakat penisilinin kullanımına 1941 yılında başlanabildi. Mikrobik hastalıkları tedavi etmek amacıyla kullanılan önemli antibiyotiklerin bazıları şunlardır:

- Penisilin: 1929 yılında Fleming tarafından bulundu. Çoğunlukla kas arasına enjekte edilerek kullanılır. Kullanım alanı en fazla olan antibiyotiklerden biridir.

- Streptomisin: 1944 yılında Amerikalı Waksman ve arkadaşları Bugie ve Schat tarafından bulundu. Kas arasına şırınga etmek yoluyla kullanılır. En çok akciğer veremi ve diğer verem çeşitlerinin tedavisinde kullanılır.

- Kloromisetin: 1947'de Amerikalı Burkholder ve arkadaşları tarafından bulundu. 1948 yılından itibaren yapay olarak üretilmektedir. Bağırsak enfeksiyonları, tifo, bazı virüs enfeksiyonları ve aynı zamanda zührevi hastalıkların neden olduğu bozuklukların tedavisinde kullanılır.

- Terramisin: 1951 yılında Amerikalı Finlay ve arkadaşlarınca bulundu. Bulunur bulunmaz kullanılmaya başlanmıştır. Auremisine benzerliğiyle bilinir, etkileri ve etki alanları aynıdır.

- Auremisin: 1948'de Amerikalı Benjamin Minge Dugger buluşudur. Mikrop kapmış ya da kapma ihtimali olan açık yaralar, zatüre, menenjit, boğmaca, difteri, dizanteri gibi birçok hastalığın iyileştirilmesi amacıyla kullanılır.

- Neomisin: 1949'da Waksmann bulmuştur. Deri veya göz hastalıklarında dıştan kullanılabilir.

- Kefalosporin: 1948 yılında İtalyan bilim adamı Giuseppe Brotzu bulmuştur. Solunum yolları enfeksiyonları, kadın üreme organı enfeksiyonları, deri enfeksiyolarında kullanılır

Kaynak:www.makaleler.com 

Yazar :Nilay AYDIN

ALKOL KULLANIMIN ZARARLARI...

Aşırı alkol kullanımı çok ciddi bir sorundur. Bu bir hastalıktır ve karaciğere, pankreasa, dolaşım sistemine büyük hasarlar verir. Fakat en büyük zararı merkezi sinir sistemine ve beynedir; beyni % 17 oranında küçültmekte, bunun sonucu da çocuklara aynen intikal etmektedir. Alkolik bir kişinin, vücudu ve benliği tamamen alkole esir olmuş demektir. Alkolizmin tedavisi çok zordur. Hatta tedavi şartlarına uyulmaz ise tedavi imkânsız olmaktadır.

Alkol kullanımının bilinen zararları:

1- Alkol geçici bir bellek kaybına neden olabilmektedir. Aşırı alkol kullanan bir kişide, alkolü bıraktıktan sonra birkaç hafta süren geçici bellek kayıpları görülebilir. Fakat alkolden tamamen uzak durulduğunda ise, bellek sorunları ortadan kalkabilir.

2- Alkol cilt ve kalp damarlarını genişletmektedir. Kalbin çalışma hızını arttırır, tansiyonun artmasına ve damarların sertleşmesine sebep olur. Kan dolaşım düzenini bozar, felç ve ani ölümlere neden olur. Alkol geçici olarak kan basıncını düşürebilir. Ancak sürekli kullanıldığında kan basıncını yükseltebilir.

3- Alkol göze giden görme sinirlerine etki eder. Sulanma ve görme bozukluklarına sebep olur. Ayrıca körlüğe de neden olabilir.

4- Alkol hazımsızlık, sindirim bozukluğuna, mide bozukluklarına, iştahsızlığa neden olur. Ama bunun yanında vücut, git gide şişer. Alkollü içkiler, iştah açıcıda değildir.

5- Siroz hastalığına neden olur. Alkol, karaciğeri çok yorar ve karaciğer görevini tam yapamaz hale gelir.

6- Alkol kullanımı uyku bozukluklarına ve bütün gece uyuduktan sonra bile sabah bitkin bir şekilde kalkmaya neden olabilir.

7- Bütün alkol çeşitleri böbrekleri bozmaktadır. Bira, sanılanın aksine, böbrekleri temizlemez. Bira, böbrekleri yorar. İçki böbrek iltihaplarına neden olur.

8- Alkol midenin iç yüzeyini örten tabakayı tahriş ederek gastrite, kusmaya yol açar. Mide zarında yırtıklar meydana gelir. Mide ve yemek borusunda iç kanamalar meydana gelir.

9- Alkol, damar kireçlenmesine yol açar.

10- Aşırı alkol kullanan kişilerde, akut ya da kronik pankreas iltihabı da görülebilir.

11- Az miktarda alkol kullanımı da kalp hastalığı olasılığını artırmaktadır.

12- Hamile kadınların kesinlikle alkol almamaları gerekir. Zira alkol, anne karnındaki bebeğin sağlığını ve gelişimini bozar.

13- Alkol kullananların, alkol kullanmayanlara göre kansere yakalanma olasılıkları çok daha yüksektir. Özellikle de gırtlak, yemek borusu, mide ve pankreas kanserleri.

14- Alkol kanı sulandırır. Yaralanmalarda, yaralı olan yerin geç iyileşmesine sebep olur.

15- İçki; aklı zaafa uğratır, beyni uyuşturur, insan irade ve dengesini kaybeder.

16- Alkol, kıskançlıklar ve unutkanlık meydana getirir.

17- Alkol, sinir hücrelerini zedeler. El titremesi, felç ve ani ölümlere neden olur. Alkol, insan ruhunu bozar.

Ayrıca:

-Cinayetlerin % 5’i,

-Boşanmaların % 80’i,

-Irza tecavüzlerin % 50’si,

-Trafik kazalarının % 70’i,

-Aile içi şiddetin % 70’i,

-Görevini terk edenlerin % 60’ı, alkol yüzündendir.

Kaynak:www.makaleler.com 

Yazar :Nazan BAYKAL

TİROİD NODÜLLERİ VEYA NODÜLLER GUATR...

Tiroid nodülleri tiroid bezi içinde oluşan ve bezin normal dokusuna benzemeyen leblebi veya ceviz büyüklüğünde olabilen anormal dokulardır.

Nodüller için en önemli endişe konusu % 5’inde tiroid kanseri olmasıdır.

Nodüllerin % 50’si tek nodül, % 50’si çok nodül (multipli nodül) olarak bulunur. Tek nodül veya çok nodül de olsa kanser oranı aynıdır (% 5).

Nodüller elle muayene sırasında saptanabildiği gibi tiroid ultrasonu ile de saptanır.

Tiroid sintigrafisi bulgularına göre nodüller soğuk, sıcak ve ılık nodül olarak 3’e ayrılır. Nodüllerin % 70-80’nini soğuk nodül, % 10’unu sıcak nodül, ve % 10’unu ılık nodül oluşturur. Soğuk nodüllerde kanser oranı daha fazladır. Sıcak nodüllerde kanser oranı az olsa da kanser yine de olabilir.

Şikayet ve belirtiler :

Nodüler guatrı olan hastaların çoğunda herhangi bir şikayet yoktur. Boyunda şişkinlik olabilir. Bazen nodül içine kanama olursa ağrı oluşabilir. Nodül çok büyürse baskı yaparak nefes darlığı ve yemek yeme de sıkıntı yapabilir.

Kanser şüphesi olan nodüller hangi nodüllerdir?

Nodül tedaviye rağmen hızla büyüyorsa, boyun bölgesinde lenf bezlerinde şişme varsa, çok sert ve yapışık ise, seste kalınlaşma varsa, soğuk ve tek nodül ise tiroid kanseri yönünden şüphelenmek gerekir.

Nodüler Guatrlı hastalarda yapılan tetkikler :

1. Tiroid iğne biyopsisi :

Nodüler guatrlı tüm hastalara uygulanması gerekir. Nodüllerin % 5’inde kanser olduğundan ilk yapılacak tetkik iğne aspirasyon biyopsisidir. Yapılması kolay, komplikasyonu olmayan bir işlemdir. Koldan damardan kan alıyor gibi nodülden normal plastik şırınga ile aspirasyon yapılır. Ağrı yapmaz. Yeteri kadar parça veya hücre gelmez ise tekrar biyopsi yapılır.

2. Tiroid ultrasonu :

Nodüllerin çapının daha iyi değerlendirilmesinde veya ele gelmeyen, küçük (< 1 cm) nodüllerin saptanmasında yararlıdır.Tedavi takibinde de önemlidir. Tedaviyle nodül çapının küçülüp küçülmediği ultrason ile daha iyi öğrenilir. Doppler ultrasonu ile nodül kan akımının değerlendirilmesi nodülün iyi veya kötü huylu olup olmadığı hakkında bilgi verebilir.

3. Tiroid sintigrafisi :

TSH düzeyi düşük olan hastalarda yapılır. Nodülün sıcak mı soğuk mu olduğunu anlamamıza yarar.

4. Tiroid hormonları :

Serbest T3, Serbest T4 ve TSH düzeylerine bakılarak hastanın hormonlarında düşüklük veya yükseklik olup olmadığı (hipertiroidi-hipotiroidi) anlaşılır.

TEDAVİ

Tedavinin nasıl yapılacağı konusunda nodülden yapılan ince iğne aspirasyon biyopsisinin patoloji sonucu çok büyük önem taşır. Biyopsi patoloji sonucunda kanser veya kanser yönünden şüphe varsa hasta ameliyata verilir.

Kanser olmayan iyi huylu nodüllerde levotiroksin tedavisi yapılabildiği gibi ilaç vermeden sadece takip de yapılabilir.

Nodülün çapı 3 cm’ den büyükse, gittikçe büyüyorsa, hızlı büyüme varsa ve boyunda lenf bezleri varsa kanser riski arttığından cerrahi tedavi (ameliyat) yapılması uygundur.

Multinodüler guatr dediğimiz bir bezde birden fazla nodül olması durumunda yine önce biyopsi yapılır. Multinodüler guatrlı hastalarda seçilecek tedavi cerrahi tedavidir. İlaç tedavisi de yapılabilirse de tedaviye yanıt azdır.

Sıcak nodüllerde hormonlar normal ise sadece takip yapılabilir. Eğer sıcak nodüllerde hormonlar yüksek ise (hipertiroidi varsa) önce ilaç tedavisiyle hastanın hormonları normal düzeye getirilir ve ardından radyoaktif iyod tedavisi veya ameliyat yapılır.

Nodüler guatrlı hastalar iyodlu tuz ve iyod içeren öksürük şurupları kullanmamalıdır. Ayrıca röntgen filmleri çekilirken koldan yapılan ilaçların iyodlu olduğu unutulmamalı ve bunun için röntgen çeken doktora bilgi verilmelidir.

Nodüler guatrlı hastalar piyasada bulunan bazı firmalarının ürettikleri, kendiğinden tuzluklu, İYOTSUZ TUZ yemelidirler.

Kaynak:www.makaleler.com 

Yazar :Prof. Dr. Metin Özata KAYNAKLAR VE ÖNERİLEN KİTAPLAR
1. Prof. Dr. Metin Özata, 99 SAYFADA TIROID, İş Bankası Kultur yayınları
2. www.tiroit.org
3. www.endokrinoloji.org

GÜNEŞ GÖZLÜĞÜNÜN FAYDALARI...

Güneşin faydalarını biliyoruz, o olmadan biz olmayız. Fakat bir çok şey gibi güneşinde faydaları gibi zararları da var. Güneş ışınlarından korunmak için ,özellikle yaz aylarında , dışarı çıkarken güneş kremi sürmeliyiz. Hele ki beyaz tenli isek ,krem kullanmayı ihmal etmemeliyiz. Dışarı çıkarken ,koruyucu krem kullanmalıyız tamam. Peki gözümüz?

Güneşten kaynaklanan (UV) ışınları, gözün mercek ve retinasına zarar verir. Buda, çocukların ve erişkinlerin ilerideki yaşamlarında katarakt olmasına ve görmesini etkileyecek başka rahatsızlıklar yaşamasına neden olabilir. Güneş gözlüğü kullanmaya başlamak için hiçbir yaş erken değil. Hem erişkinler hem de çocuklar uzun süre güneşte kalacaklarında, mutlaka güneş gözlüğü kullanmalı.

Gözlük camlarının mutlaka UV filtreleme özelliğinin olmasına dikkat etmek gerekir. Güneş gözlüğünün UV ışınlarının en az %99’unu süzmesi gereklidir. Buna dikkat etmek gerekir. Yoksa pahalı olan gözlük iyi gözlüktür fikri tamamen yanlıştır.

Güneş gözlüğü sıradan bir aksesuar değildir. Güneş gözlüğü ,sağlık malzemesi olarak kullanılmalı. Güneş ışığına doğrudan bakmak, görme tabakasına ciddi boyutlarda zarar verir. Güneş gözlüğü, sadece gözü fazla ışıktan korumak için değildir, zararlı ultraviyole ışınları önlemek için de kullanılmalıdır. Ultraviyole ışınlara karşı koruma filtresi olmayan güneş gözlükleri, özellikle yaz aylarında gözler için büyük tehlike oluşturur. İşportadan alınan güneş gözlüklerinin koruyuculuk özelliği olmadığı gibi, gözlere yarardan çok zarar verir. Her güneş gözlüğü ultraviyole ışını tutmaz. Gözlüklerin belirli bir standardı ve kalite belgesi olması gerekir. Katarak ameliyatı olanların da mutlaka güneş gözlüğü kullanmaları gerekiyor.

Kalitesiz ve niteliksiz güneş gözlüğü kullanımının göz körlüğüne bile neden olabilir. Güneş gözlüğü camının güneş ışınlarından korunması için polarize, kristal ve CR39 olması gerekir. Güneşli havada ultraviyole miktarının en yüksek olduğu vakit 10.00 ile 16.00 saatleri arasıdır. Güneş gözlüğünün UVA ve UVB blokaj derecelerine bakılmalı. Ve yine güneş gözlüğü seçilirken, yüzde 99'un üzerinde UV blokajı camlar tercih seçilmeli. Sokakta, caddede ,ulu orta her yerde satılan çoğu gözlüklerin camı plastik ve bunların zararlı güneş ışınlarında korumak için bir işlevi bulunmuyor. Gözlerimizi plastik, ucuz gözlüklere emanet etmeyelim.

Kaynak:www.makaleler.com 

Yazar :Nazan BAYKAL

EYVAH ŞEKERİM ÇIKTI...

Şeker hastalığına "dur" demenin yolu dengeli beslenmeden geçiyor. Kanınızdaki şekeri dengelemek sebebiyle doğru gıda, ilaç ve egzersiz üçlüsünün yanı dizi bilinçli olmak da gerekiyor...

Dünya afiyet Örgütü'nün geleceğin en yaygın hastalıklarından biri olacağını vurguladığı şeker hastalığı birlikte alakadar veriler oldukça ürkütücü. Dünya nüfusunun yüzde iki.1'i diyabet hastası. 2010 yılında bu oranın ikiye katlanacağı tahmin ediliyor.

Şeker hastalığıyla alakadar ilk bilgiler oldukça eskilere dayanıyor. İlk yazılı kayıt, M.Ö. 1500'lü yıllarda eski Mısır papirüslerinde bulunmuş. M.S. 100'lü yıllarda Yunanlı hekimler en kritik belirtilerinden biri sık idrara çıkmak olduğu sebebiyle bu hastalığa sifon anlamına gelen 'diyabetes' adını vermişler. Kandaki şeker miktarı yükseldiği sebebiyle şeker hastalığı bi şekilde da biliniyor. Binlerce sene önce Hintli hekimler şeker hastalığının 'dengesiz beslenen şişman' şahıslar arasında yaygın olduğunu belirtmişlerdi. Gerçekten de süratli beslenme alışkanlıkları ve şişmanlığın yaygın olduğu zengin ülkelerde diyabetli sayısı yoksul ülkelere oranla daha yüksek.

Şeker hastalığı nedir?

Kimbilir belki de adından dolayı halk arasında hatalı 1 kanı var; Sanılıyor ki epey tatlı yemek şeker hastalığına yol açıyor. Oysa suçlu, şekerli yiyecekler değil, şekeri enerjiye dönüştüren insülin hormonu. Kimi şeker hastalarında pankreas hücreleri yeterince insülin üretemiyor, kimi hastalarda ise bol insülin bulunuyor. yalnız pankreas hücreleri normal şekilde çalışamadığı sebebiyle insülini gerektiği gibi kullanamıyor. Bu durumda güç kaynağı olan glikoz, hücrelere giremiyor ve kanda aşırı şeker birikmesi sözkonusu oluyor.

Şeker sinsi 1 hastalık. Bu hastalık herhangi 1 belirti göstermeden yıllarca sessiz kalabiliyor. Önlem alınmazsa yüksek kolesterol, damar tıkanıklığı, kol ve bacakta kangren, körlük ve böbrek hastalıklarına sebebiyet veriyor. buna ilave olarak cinsel iktidarsızlığa, karakter değişmesine, diş, deri, mide-bağırsak hastalıklarına da yol açıyor.

Kalıtım, şişmanlık, gebelik ve uzun süreli ilaç kullanımı (diüretik, kortikosteroid gibi...) hastalığın ortaya çıkmasını kolaylaştırıyor. Tip I ve Tip II olmak üzere 2 çeşit şeker hastalığı var.

Tip I yani insüline bağlantılı şeker hastalığı kalıtsal olup çocukluk veya gençlikte ortaya çıkıyor ve devamlı insülin tedavisini gerektiriyor. Oysa Tip II yani insüline bağımlı olmayan diyabet yetişkinlikte ortaya çıkıyor ve insüline gerek kalmadan diyet ve kilo kaybıyla denetim altına alınabiliyor. yalnız yetişkinlikte ortaya çıkan şeker hastalığında ölüm riski çocuklukta oluşandan daha yüksek.

Şeker hastalığının belirtileri

* Aşırı susama ve acıkma

* Çok sık idrara çıkma

* Aşırı yorgunluk ve uyku hali

* süratli kilo verme

* Bulanık görme

* Ciltte kuruma ve kaşıntı

* El ve ayaklarda karıncalanma ve uyuşma

* Deride, vajinada ve mesanede iyileşmeyen enfeksiyonlar

* Açlık kan şekeri düzeyinin

*140 mg/100 ml'nin üzerinde olması

Hangi sporlar yararlı?

Fiziki aktivite yani spor vücuttaki şekerin hızla tüketilmesine yardımcı bi şekilde kan şekeri düzeyini dengeliyor.Spor ayrıcı kan damarları ve yürek sebebiyle de yararlı.yalnız spora başlamadan önce elbet doktora danışarak tıbbi kontrolden geçmeli ve uygulanacak spora karar verilmeli.Yürüyüş,bisiklet,yüzme gibi sporlar ideal mümkün.

Şeker hastasıysanız bunları ihmal etmeyin...

* Beslenme ve spor konusunda elbet doktorunuza danışın.

* Tip I diyabet hastası iseniz üç ana ve üç ara öğün olmak üzere toplam 6 öğünü bütün gün eşdeğer saatlerde yemeye itina gösterin. İnsülin aldığınız sebebiyle karbonhidratların günlük dağılımı epey önemli; günlük karbonhidratın yüzde 15'ini kahvaltıda, yüzde 25'ini öğle, yüzde 30'unu akşam yemeğinde yiyin. Kalanı ara öğünlere paylaştırın.

*Tip II diyabet hastasıysanız, esas ilkeniz kilo kontrolü olmalıdır. Daha az yiyerek ve daha çok devinim ederek çok kilolarınızı verin. Az ve sık yiyin. Kesinlikle aç kalmayın, sebebi uzun süren açlık kan şekerinizde dalgalanmalara yol açarak hastalığınızı artırabilir.

* Tansiyon, kan şekeri ve kolesterolünüzü denetim altında tutun.

* Diyabetli hastalarda yiyeceklerin doğru miktarda yenilmesi epey kritik. Bu nedenle yiyeceklerinizi diyetisyeninizin önerdiği miktarlara elverişli bi şekilde ölçerek yiyin.

* C ve E vitaminleri birlikte krom minerali kapsayan besinleri bütün gün düzenli bi şekilde tüketin. Günlük C vitamini gereksinimi 2000-5000 mg arası, E vitamini 800-1200 IU arası olmalı. Bu konuda öncelikle doktora danışıp gerekiyorsa takviye vitamin hapları da alabilirsiniz.

* C ve E vitaminleri birlikte krom minerali kapsayan besinleri bütün gün düzenli bi şekilde tüketin. Günlük C vitamini gereksinimi 2000-5000 mg arası, E vitamini 800-1200 IU arası olmalı. Bu konuda öncelikle doktora danışıp gerekiyorsa takviye vitamin hapları da alabilirsiniz.

* ak ekmek yerine kepekli ekmeği tercih edin.

* Öğünlerde elbet pişmiş sebze yemeği ve salata yiyin.

* Meyveleri olabilir olduğunca kabuğu birlikte yiyin.

* Posalı yiyecekleri tercih edin.

* Kuru baklagillere, özellikle fasulye, bezelye, mercimek, barbunya

ve nohuta sofrada sıkça mekan verin.

* Ölçülü miktarda zeytinyağı ya da sıvıyağ kullanın.

* al et yerine ak et yiyin.

*Etli yemeklere buna ilave olarak yağ ek etmeyin.

*Light süt ve yoğurdu tercih edin.

*Az yağlı peynir çeşitlerini tüketin.

*Krema,kaymak,tereyağı ve margarinden ırak durun.

*Şeker,tuz ve alkolden sakının.Tatlandırıcılı tatlılara tüketmeye çalışın.

*Düzenli spor yapın.Bu konuda elbet doktorunuza danışın.

*Günde en az 8 bardak su sebebiyle.

Şeker hastaları nasıl beslenmeli?

JFK Hastanesi diyetisyeni Özge Mergen, diyabet tedavisinde amacın kan şekerini normal düzeyde tutmak olduğunu belirtirken, bu amaç doğrultusunda en kritik hedefin dengeli beslenmek olduğunun altını çiziyor. Özellikle Tip II diyabetlilerde dengeli beslenme ve düzenli egzersiz uygulamalarıyla bireyin, uzun seneler ilaç tedavisine gerek kalmadan yaşamını sürdürebileceğini belirtiyor. Diyetisyen Özge Mergen, karbonhidrat, protein, yağ, mineral ve vitaminlerin günlük öğünlere dengeli 1 biçimde paylaştırılmasını öneriyor.

* Karbonhidratlar, günlük kalorinin yüzde 50-60'ını oluşturmalı. Yulaf, kuru baklagiller (özellikle fasulye), meyve ve sebzelerde bulunan lif içeriği yüksek karbonhidratlar, kan şekerinin yükselmesini önlerken, kolesterol düzeyini de denetim altında tutabiliyor. Soğan, şeker hastaları sebebiyle epey yararlı sebebi içeriğinde şeker düşürücü kimyevi nesneler bulunuyor. Brokoli, içeriğindeki bol miktarda karbonhidrat ve krom minerali birlikte kandaki şeker düzeyini denetim altında tutabiliyor.

* Şeker hastaları az yağlı yemekleri tercih etmeli. Çünkü bu hastalıkta, damar tıkanması ve yürek hastalıklarına yakalanma riski yüksektir. yalnız A, D, E ve K gibi birtakım vitaminlerin vücutta kalmasını sağladığı sebebiyle bütünüyle yağsız 1 diyet de düşünülemez. Katı yağlar yerine zeytinyağı ve diğer bitkisel yağlar tercih edilmeli.

* Protein, vücuttaki doku ve hücrelerin yapıtaşı olduğundan elbet alınmalı. Proteinli gıdalar kan şekerini yükseltmiyor fakat aşırı alındığında böbrek sorunlarına yol açıyor. Süt ve sütlü ürünlerinin light versiyonlarını seçin. Kolesterol içermeyen besinleri tercih edin.

* Şeker ve şekerli besinlerden ırak durun. Bu çeşit gıdalar bağırsaklar tarafından hızla emildiği sebebiyle kan şekerini epey çabuk yükseltiyor.Şeker yerine tatlandırıcı kullanın.Bu konuda aspartam,asesulfam,potasyum,sakkarin ve siklamat gibi güç değeri olmayanları seçebilirsiniz.Tatlandırıcı hakkında elbet doktorunuza danışın.

* Vitamin ve mineralli sebze ve meyveler hazmı kolaylaştırmanın yanı dizi içerdikleri posa sayesinde kan şekerinin daha geç ve kontrollü yükselmesini sağlıyor. Bu nedenle şeker hastaları sebebiyle meyvenin kendisi meyve suyundan daha yararlıdır. C ve E vitaminleri şeker tedavisinin en kritik gıda maddeleridir. C vitamini, insülinin hücrelere girmesine yardımcı olurken E vitamini, hastalığın yol açtığı komplikasyonları giderip insülinin etkinliğini artırıyor. Krom minerali, kan düzeyindeki dalgalanmaları önlüyor. Krom, bütün tahıllar, mısırözü yağı, sütlü mahsüller, et ve mantarda bulunuyor.

Hangi yiyecekler şekeri düşürüyor?

Her besinin, yendikten sonraları kan şekerini yükseltme hızı farklıdır. Yiyeceklerin, kan şekerini yükseltme hızlarına "glisemik indeks" deniyor. çoğunlukla posalı yiyeceklerin glisemik indeksleri düşük olur. Kuru fasulye, nohut, mercimek, bulgur, kepekli ekmek, elma, armut,light süt ve yoğurt,makarna birlikte portakal gibi besinlerin glisemik indeksleri düşüktür.Buna bedel patates,prinç,havuç,muz,kavunve üzümünki yüksektir.Kuru üzüm,kuru kayısı ve kuru erik gibi kuru meyvelerin de glisemik indeksi yüksektir.Şeker hastalarının olabilir olduğunca glisemik indeksi düşük besinleri tüketmesi kan şekerinin denetim altında tutulmasını sağlayacaktır.

Kaynak:www.makaleler.com 

Yazar :Ahmet Polatlı

DİYABET EYEKLARDA ALARM VERİYOR...

Ayaklarda iyileşmeyen yaralar, tekrarlayan mantar enfeksiyonları, yaz-kış oluşan üşüme hissi görünmeyen diyabetin habercisi mümkün.

Doç. Dr. Mehmet Akif Büyükbeşe, diyabet hastalarının ağrıyı hissetmedikleri için yürek krizi geçirdiklerini bilemediklerini söyledi.

Büyükbeşe, şeker hastalığı bi şekilde da bilinen diyabetin, ölümler ve organ kayıplarına niçin olma yanında hayat kalitesini düşüren ve ağrısız ilerleyen 1 hastalık olduğunu belirtti.

"Ayağında iyileşmeyen yarası olan, tekrarlayan mantar enfeksiyonları yaşayan, ayağı yaz-kış ısınmayan kişilerin aklına görünmeyen diyabetli olduğu gelmeli" diyen Büyükbeşe, görünmeyen diyabetlilerin oranının küçümsenmeyecek düzeyde olduğunu vurguladı.

Diyabetin süreğen 1 tedavi gerektirdiğine dikkati çeken Büyükbeşe, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Özellikle insülin kullanması gereken hastaların, insülin kullanmamaları durumunda ’sessiz ölüm’ adı verilen durum ortaya çıkabiliyor. Yani diyabet hastası 1 yerinde ağrı veya sızı hissetmediği halde şah damarında pıhtı oluşabiliyor. Bu pıhtı beyin damarlarında tıkanma yaratıyor. sayrı, tıkanan damarının denetlediği organa ilişkin felç geçirebiliyor.

Diyabet hastalarının vücudunda şeker alkole eşdeğer 1 maddeye dönüştürülüyor. Bu nedenle diyabetliler ağrıyı hissedemiyor. Öyle ki, yürek krizi geçiren şahıs şiddetli 1 ağrı hisseder. Diyabet hastaları ağrıyı hissetmedikleri için yürek krizi geçirdiklerini fark edemiyor."

2030 yılında Türkiye’de şimdi olduğundan epey daha yüksek seviyede diyabetli olacağını belirten Büyükbeşe," Türkiye Diyabet Vakfı ve Dünya afiyet Örgütü’nün (WHO) araştırma verileri, Türkiye’de diyabetli oranının yüzde 7,iki olduğunu gösteriyor. Bu en resmi rakamdır. fakat 1 de yüzde 6,7 oranında görünmeyen diyabetli var. Bu da diyabetli sayısını ikiye katlıyor. Sayılarla ifade etmek gerekirse, Türkiye’de iki milyon 600 binden çok diyabet hastası, iki milyon 400 bini aşkın da diyabete eğilimli şahıs var"dedi.

Kaynak:www.makaleler.com 

Yazar :Ahmet Polatlı

TİP 2 DİYABET DÜŞMANI BESİNLER...

Tıp iki diyabet bütün dünyada görülme sıklığı büyük 1 hızla artan ve insanların hayat kalitesini düşüren, arasıra ölüme dahi yol açan 1 hastalık.

Ancak şu da 1 hakikat ki, diyabet hastalarının yalnızca ufak 1 kısmı diyabetten ölüyor, yüzde 80’i yürek ve damar hastalıkları nedeniyle hayatlarını kaybediyor. Yapılan araştırmalara göre; diyabetli 1 hastanın on sene içinde yürek krizi geçirme riski yüzde 20 civarında. Bu rakam daha önce yürek krizi geçiren 1 hastanın bu krizi tekrar geçirme olasılığı kadar yüksek. şayet tip iki diyabet hastasıysanız aşağıda mekan alan besinleri sofranızda genellikle bulundurmanızda yarar var.

Buğday: 1 gıda liften ne kadar zenginse, sindirimi de o kadar gecikiyor. böylece midenin boşalma hızı ve kan şekerini yükseltme özelliği de azalıyor. Buğday da lif oranı yüksek besinlerden. Bu çeşit besinlerin kan şekerini düşürücü etkisi de hayli çok. Buğday; mısır, yulaf ve arpa gibi tahıl tanelerine göre sindirimi daha zor olsa da glisemik indeksi düşük olduğu için tercih edilmeli. Çünkü, kan şekerini yavaş yavaş yükseltiyor ve uzun süre tokluk sağlıyor. Kalsiyum, demir ve çinkodan zengin olan buğdaydan üretilen bütün buğday ekmeği de ak ekmeğe göre kan şekerini daha az oranda yükseltiyor.

Kırmızı biber: şayet tip iki diyabet hastasıysanız sofranızda al biber bulundurmaya itina gösterin. Çünkü yapılan çalışmalarda, hastaların al pul biber yedikleri öğünlerde, kan şekerini düşürecek olan insülin gereksinimlerinin azaldığı tespit edilmiş. al biberin eşdeğer zamanda da ciddi 1 C vitamini deposu olduğunu da unutmayalım. Bu vitamin hücre koruyucu etkisiyle yüksek şekerin yol açtığı tahribatı önleyebiliyor.

Ispanak: Soframızda çoğunlukla ana mönü bi şekilde mekan alan ıspanağın salatası da damağımızda unutulmaz 1 tat bırakabiliyor. Üstelik ıspanak yürek sağlığımızı korumak gibi kritik 1 rol de üstleniyor. Demir yönünden zengin olan bu yeşil yapraklı bitki, eşdeğer zamanda bolca posa içeriyor. Posa açısından zengin gıdalar de kan şekerinin dengede kalmasını sağlamak gibi kritik 1 işleve sahipler.

Kaynak:www.makaleler.com 

Yazar :Ahmet Polatlı

DİYABET HASTALARI MUTLAKA BADEM YEMELİ...

Diyabet hastaları, sorunlarıyla barışık yaşamak zorundalar. Yasaklanan yiyeceklerden ömür boyu uzak durmaları gerekir. Buarada fazla kilolu kadın ve erkek diyabet hastalara mucize bir doğal ilacı önermek istiyoruz. Bu kişiler düşük kalorili yiyeceklerle beslenmek zorundalar. Her gün bir avuç badem yiyerek hem fazla kilolarından kurtulabilirler hem de kanlarındaki ensülin miktarını düşürmeleri kolaylaşır. Dünyadaki tanınmış diyabet uzmanları kuruyemişin, özellikle de bademin iştahı azaltıp, kan şekerinin düşmesini sağladığını söylüyor. Badem, midede şişkinlik yapmadığı için dilediğiniz kadar yiyebilirsiniz. Derdiniz sadece kilo vermek ise, diyet listenize bademi de mutlaka katmanız gerekiyor. Bir avuç badem sağlığınızı kazandırıp, sorunlarınızı azaltmak için yeterli. Ama yılda bir kez bir avuç badem yemekle yetinmemelisiniz. Bademi, her zaman elinizin altında bulundurun.

Kaynak:www.makaleler.com 

Yazar :Ahmet Polatlı

ZEYTİN YAĞI İLE GELEN SAĞLIK...

- Tırnaklarınızın kırılmaması için limonla zeytinyağını karıştırın ve akşamları yatmadan önce tırnaklarınızı bu karışımla ovun.

- Ayaklarınız çok yorulduysa bir kaptaki ılık suya damlatacağınız zeytinyağı ve limon işinize yarayacaktır. Ayağınızı suyun içinde birkaç dakika bekletin.

- Saçlarınızın kuru ve yıpranmış olduğundan şikayetçiyseniz badem ve kabak çekirdeği yağı ile zeytinyağını karıştırın. Saçlara banyodan sonra masaj yapın, nemli bir havlu ile sarıp bekleyin ve durulayın.

- Ağrıyan kaslarınız için biberiye ve zeytinyağı karışımı ile masaj yapın.- Kolestrolünüz yüksekse doymuş ve doymamış yağ oranlarının en dengeli olduğu yağ yine Zeytinyağı..

- Cildiniz matsa da Zeytinyağı yemelisiniz.

- Zeytinyağı´nın şifa verebilmesi için yemeklerden daha çok salata gibi yiyeceklerde çiğ tüketilmesi gerekiyor.

Kaynak:www.makaleler.com 

Yazar :Ahmet Polatlı

SOĞUK SUYA ATLARKEN DİKKAT!

Uzmanlar uzun süre güneşlendikten sonraları soğuk suya atlamanın, yürek krizini tetiklediğini belirttiler.

Abant İzzet Baysal Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı öğretim üyesi Doç.Dr. Hüseyin Arınç, uzun süre güneşlendikten sonraları soğuk suya atlamanın, yürek krizini tetiklediğini söyledi.

Açık alanlarda güneş altında uzun süre çalışmak zorunda kalanlarla, güneş banyosu yapanların, güneş çarpması ve tansiyon yönünden sıkıntı yaşayacaklarını belirten Doç.Dr. Arınç, “Güneşte çok kalınması, vücut ısısında artışa niçin olur. Bu da terleme yoluyla tuz kaybına yol açar. Vücut ısısının artmasıyla terleme yoluyla vücutta tuz kaybının ile olması da, güneş çarpmasıyla tansiyon artışına niçin olur. O nedenle, güneşli havalarda koruyucu şapka ve güneşlik kullanılmalı, güneş ışığının dik geldiği öğle saatlerinde güneş altında çalışmaktan ve kumsalda güneş banyosu yapmaktan kaçınılmalıdır” dedi.

Doç. Dr. Arınç tansiyon hastalarında vücuda giren çok tuzun tansiyonun yükselmesine yol açacağını açıklayarak, şöyle konuştu:

“Tansiyon hastaları, vücudun tuz dengesini sağlamak için sıvı alırken, tuz miktarı az olan ayran içmeli, soda almalıdırlar. Sağlıklı insanların da vücudun sıvı ihtiyacını sağlarken tuzlu ayran ve sodayla takviye yapmaları gerekir.”

Uzun süre güneşlendikten sonraları soğuk suya atlamanın, vücutta geçici şoka niçin olacağını uyarısında bulunan Doç.Dr. Arınç, şu uyarıda bulundu:

“Kumsalda uzun süre güneşlenmek, damarların genişleyerek dirençlerinin düşmesine, kalbin de işinin azalmasına niçin olur. Vücut ısısı arttıktan sonraları ani bi şekilde soğuk suya atlamak, damarlarda ani büzülmelere yol açarak kalbin yükünün aniden artmasına yol açar. Bu da yürek damar hastalığı olanlarla, yaşı 50’nin üzerinde olan kişilerde ani kan basıncı ve tansiyon değişikliğiyle, ritm bozukluğuna niçin bi şekilde yürek krizini tetikler.”

Kaynak:www.makaleler.com 

Yazar :Ahmet Polatlı

EVİNİZİ BOYATIRKEN SAĞLIĞINIZDAN OLMAYIN...

İlkbaharla ile vatandaşların evlerini yenilemek için yaptıkları boyanın, evlerde kafi güvenlik sağlanmaması durumunda astım, deri ve alerjik hastalıklara yol açtığı belirtildi.

Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Muhsin Akbaba, yaptığı açıklamada, havaların ısınmasıyla ile vatandaşların yaşadığı alanları yenilediğini, bakımdan geçirdiğini söyledi.

Akbaba, özellikle bu dönemde yapılan boya badana işlemlerinde sıcağın da etkisiyle kimyasal uçucuların kişilerde hastalıklara niçin olduğunu vurguladı. Boya uygulamasında dikkat edilmesi gereken birtakım afiyet kuralları bulunduğuna işaret eden Akbaba, özellikle çocuklu ailelerin dikkatli davranması gerektiğini bildirdi.

Bünyeleri daha zayıf olan hamileler birlikte çocukların boyadaki kimyasal maddelerden epey çabuk etkilenebildiğini ifade eden Akbaba, şunları kaydetti: "Çocuklar birlikte hamilelerin boya kurumadan ve kokusu bütünüyle gitmeden konut ortamında kalmaması gerekir. Su birlikte inceltilen boyalar diğerlerine oranla insan sağlığı için çok problem teşkil etmezler. yalnız, sentetik boyalar ve tinerler kullanırken buharlaştığı için havadaki oksijen azalacağından solunum problemleri ortaya çıkabilir. Kurşunsuz, aromasız ürünleri tercih edilmeli. Özellikle kalitesiz boyalardaki kimyasal karışımlar ciğerlerde ciddi tehlikeler yaratabilir. bütün boyadaki kimyasalların içinde farklı çeşit etkili nesneler bulunuyor. Buna göre de karşılaşılabilecek hastalıklar değişiklik gösteriyor. Özellikle astım, deri ve alerjik hastalıklar başgösterebilir. Boya sırasında konut iyice havalandırılmalıdır. Kimyasal koku uzunca süre teneffüs edilmemeli."

Elleri tinerle temizlemeyin

Akbaba, boya yapanların da dikkat etmesi gereken hususlar bulunduğunu, özellikle çalışma yapacak kişilerin eldiven ve maske kullanmasının önemli ehemmiyet taşıdığını söyledi. Boyaya başlamadan önce ellerin koruyucu 1 kremle nemlendirilmesi gerektiğini anlatan Akbaba, "Bu, boya işleminin ardından kolay temizlik yapılmasını sağlar. Sıkça yapılan hatalardan biri de boyadan sonraları ellerin tinerle temizlenmesi. Bu hem ciğerlerde hem de deride problemlere yol açabilir. buna ilave olarak, tiner derideki koruyucu yağ tabakasının yok olmasına ve bunun sonucunda çatlamalar oluşmasına niçin olur" dedi.

Akbaba, boya sırasında sıçramalar olabileceğini, bu nedenle gözlerin bol sabunlu su birlikte yıkanması gerektiğini de belirtti.

Kaynak:www.makaleler.com 

Yazar :Ahmet Polatlı

ANTİBİYOTİKLERİN BAKTERİLERE ETKİSİ...

Yaşadığımız yüzyılın özellikle ikinci yarısı yıllarından sonraları, bakteri ve virüs genetiği, bunların morfolojik yapıları, kapsadıkları komplike protein, nükleoprotein ve diğer kimyasal bileşimleri, enzimleri saptanmıştır. Enfeksiyon etkenlerinin organizmada üreyip çoğalabilmeleri, patolojik yerleşimlerini oluşturabilmeleri sebebiyle, lazım olan hayat kapsamlarının biri üzerinde etken olabilecek antimikrobikler üzerindeki araştırmalar da yönünü bulmuş ve üretilen muhtelif antibiyotik ve kimyasal bileşimler, tesir mekanizması ve kapsadıkları ana nesneler bakımından gruplara ayrılmıştır.

1.Bakterinin hücre duvarının yok edilmesi bakterinin yaşmasına müsade vermez. Yoğun etken 1 antibiyotik hücre duvarının yapımını tümüyle engelleyecek olursa, bakterinin üremesi durur ve sonucunda kapsamları dağılır. Hücre duvarındaki defektler de patojen etkiyi yok edecek şekilde ise, organizmanın doğal immun karşılığı , enfeksiyon etkenini nötralize eder, hücre erir ve fagosite edilir. Hücre duvarına etkileyen antibiyotiklerde gram negatif ve pozitif bakterilere karşı birtakım değişiklikler bulunur bu durum duvarlarının kapsadıkları muhtelif kimyasal bileşimlerle ilgilidir.

2.Hücre zarı oluşumlarındaki 1 defekt sonucunda pürin, pirimidin ve nükleotidler gibi hayat ve oluşum maddeleri dağılır sitoplazma proteinleri hücre dışına çıkar. Bu durum bakterinin patojen etkisinin engellenmesine ya da tümüyle yok olmasına niçin olur. birtakım bakterilerle birtakım mantarların hücre zarları, hayvansal hücre zarlarından daha duyarlıdır ve çabuk denatüre olur. Bu tipte tesir yapan antibiyotikler enfeksiyon hastalıklarının tedavisinde uygulanabilirler.

3.Bakteri hücrelerinde ana hayat maddesi olan protein sentezinin önlenmesi birlikte ,etkili patojenliğini kaybeder. Antibiyotik tesir hücre duvarı ve sitoplazma birlikte alakadar değildir. Bu grupta bulunan antibiyotiklerin sayısı fazlacadır. birtakım antibiyotikler bakterinin ribozom birimlerini ve aminoasitlerin oluşumunu engelleyerek peptit zincirlerinin düzenini bozar, bakteriostatik (bakterini üremesini engelleyen)etki yapar. birtakım antibiyotikler de RNA oluşumunda ribozomları tesirler, makrolid gurubu birlikte ribozomlara katılması gereken hakikat aminoasitlerin yerini alarak bakterinin patojen genel yapımını engeller. birtakım antibiyotikler ise ribozomların doğal oluşmasını önleyerek

RNA sentezinin farklı 1 yapıda gelişmesiyle RNA sentezi aşamasındaki bakterinin patojenliğini kaybetmesine niçin olur.

4.Nükleik asit yapımını etkileyen antibiyotikler DNA sentezini engeller. mesela bu grupta bulunan Antinomisin deoksiguanosinlere bağlanarak bakteri gelişim ve patojenliğine yararsız DNAlar üretirler, buna ilave olarak RNA sentezini de olumsuz yönden etkileyerek bakterilerin patojen niteliklerini giderirler.

Kaynak:www.makaleler.com 

Yazar :Ahmet Polatlı

KALIN BAĞIRSAK KANSERİNE ERKEN TEŞHİS...

Uzmanlar, kalın bağırsak kanserinde erken teşhisinin önemine işaret ederek, "Dışkıdan kan gelince lazım tetkikler yapılsa, hastalğın erken yakalanabildiğini belirttiler.

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi kapsamlı Cerrahi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ayhan Kuzu, kalın bağırsak kanserinde erken teşhisinin önemine işaret ederek,

"Dışkıdan kan gelince lazım tetkikler yapılsa, hastalık erken yakalanabiliyor" dedi.

Prof. Dr. Ayhan Kuzu, yaptığı açıklamada, kalın bağırsak kanserinin kadında meme kanserinden sonraları ikinci sırada, erkekte de mide, akciğer ve ürogenital bölge kanserleriyle ile üçüncü sırada

görüldüğünü söyledi.

Sağlık Bakanlığı’nın 2003 yılı verilerine göre kansere bağlantılı ölümlerde kalın bağırsak kanserinin üçüncü sırada olduğunu hatırlatan Kuzu, bu

kanser türünde erken teşhisin önemine dikkati çekti. Hastalığın, dışkıda ve makattan kan gelmesi şeklinde kendini gösterdiğini belirten Ayhan

Kuzu, bu belirtilerin basurda da görülmesi nedeniyle bu 2 hastalığın birbiriyle karıştırılabildiğine işaret etti.

Prof. Dr. Kuzu, Türkiye’de insanların muayeneden çekindikleri için hekime başvurmadıklarını belirterek, şunları söyledi: "İnsanlar kanasalar dahi doktora gitmiyorlar. Utandıkları, sıkıldıkları için muayeneden kaçıyorlar. Halk arasında kanaması olan kişiye, (Boşver, basurdur. Eczaneden şunu al), diyerek doktorculuk oynuyorlar. Gecikmenin en kritik nedeni, makattan ya da dışkıda kan gelen hastaların utanmaları, sıkılmaları ya da (Bu nasıl olsa basur hastalığı) diyerek boş

vermelerinden kaynaklanıyor. Halbuki dışkıdan kan gelince lazım tetkikler yapılsa, hastalık erken yakalanabiliyor."

GEÇ TEŞHİSİN ZARARI-

Prof. Dr. Ayhan Kuzu, kalın bağırsağın son 10-12 santimlik bölümü olan rektum bölgesinde görülen kanser türlerinde teşhisin geç yapılması halinde gerçekleştirilen operasyonla makatın iptal edildiğini ve bağırsağın karın duvarına çıkarıldığını anlattı.

Bu durumda hastanın, yaşam boyu karın duvarından yapılan boşaltımı taşımak üzere 1 torbayla yaşamak zorunda kaldığına dikkati çeken Kuzu,

"Bu torba olayını önlemek için hastalığın erken tanısı ve doğru tedavisi epey kritik. Doğru teknikle ameliyat olursa ya da sayrı hekime erken gelirse karın bölgesinde torba taşıması zorunluluğu da

önlenebilir" diye konuştu.

Kaynak:www.makaleler.com 

Yazar :Ahmet Polatlı

KANSERİN DÜŞMANI ISIRGAN OTU...

Vücutta hücre yenilenmesini sağlayan ısırgan otu; alyuvar yapımını artırıyor. Yaprak ve sürgünleri salata şeklinde veya pişirilerek yenildiğinde, kansere karşı etkili oluyor.

Isırgan otu, birçok rahatsızlığa iyi gelen ve sonbahardan ilkbaharın sonuna kadar bahçelerde bol miktarda yetişen bir ottur. Isırgan otunun genellikle yaygın olan 2 türü, tedavi amaçlı kullanılıyor. Büyük ısırgan otu ve küçük ısırgan otu. Yaprak, tohum ve kökün içerdiği etkin maddeler arasında farklılıklar bulunuyor. Yaprak çayının başlıca özellikleri olarak, idrar artırıcı, ödem çözücü, kan temizleyici, kan yaptırıcı, iltihap giderici, demir eksikliğini giderici ve organizmayı uyarıcı nitelikleri sıralanabilir.

Temel niteliklerden dolayı romatizma ve gut, romatizmal eklem deformasyonları, böbrek ve idrar yolları iltihabı, teşhis edilemeyen şiddetli baş ağrıları, prostat büyümesi, mide ve bağırsak ülseri, böbrek ve safrakesesi taşı, güçsüzlük ve bitkinlik halleri, kansızlık ve alyuvarlar eksikliği, demir eksikliği, tüm alerjik rahatsızlıklar (bahar nezlesi dahil), egzama, ergenlik sivilceleri ve fistüllere karışı etkili oluyor. Bu hastalıklara karşı uygulanacak yaprak çayı tedavisi, 2-4 hafta süreli kürler halinde uygulanabilir.

Bu süre içinde, günde 2-4 bardak bitki çayı, tatlandırılmadan, öğün aralarında, sıcakken içilebilir. Ağır kalp ve böbrek hastalığından kaynaklanan ödemlere karşı kullanılmadan önce doktora danışılmalıdır. Kökler, eğer istenirse her zaman yaprakla karıştırılarak kullanılabilir. Ama öncelikle, prostat büyümesine karşı, uygulanan tıbbi tedaviyi destekleyici olarak çok etkili olur. Ayrıca, yalnız veya yaprakla birlikte hazırlanan kaynama suyuyla baş yıkandığında, saç dökülmesi durur, saçlar parlaklık kazanır, kepeklenme sona erer.

Uyarıcı ve güçlendiriciTohumlar, öncelikle organizmayı uyarıcı, güçlendirici ve savunma gücünü artırıcı özelliklere sahip olduğu için, yaşlılarda güçlendirici amaçlı olarak kullanılabilir. Yeşil ısırgan otu, sapın dibinden kesilerek, romatizma, gut, eklem deformasyonu, siyatik ve lumbagoya karşı, doğrudan hasta bölgeye sürülerek de kullanılabilir. Bitkinin yakıcı tüylerinin deriyi tahriş etmesiyle, uzun süreli, rahatlatıcı bir sıcaklık oluşur ve ağrı diner.

Kaynak:www.makaleler.com 

Yazar :Ahmet Polatlı

 


 

 

                        

 liman avm

 özen marin 

  SUZİKİ MARİN EVİNRUDE JOHNSON YAMAHA MOTOR BAKIM TAMİR VE SERVİSİ  

     

  mesut deniz araçları erdek